Krizlerin eşiğinde öykünün türkçesi
Erinç Büyükaşık
Yeni yayımlanan Byhung-Chul Han'ın "Anlatının Krizi" başlıklı kitabında yoksullaşan, manifestolarını ve bir nevi kahramanlarını yitiren, yeni olanın tutkusuyla barbarlaşan ve bir nevi akıl tutulması yaşayan coğrafyamızın ve gezegenin anlatılarının izinde ilerlerken "Öykünün Türkçesi"nin dünü ve bugününü soruşturmanın yerinde olacağını düşünüyorum. Bu bağlamda tarihsel serüvenini de gözden kaçırmadan bir yol öyküsü aktarmak da yerinde olabilir.
Türkçe öykü, derin köklerini halk hikayelerinde bulan, ancak Tanzimat'tan itibaren hızla Batı etkisine giren ve yazılı kültürle farklı bir kimlik kazanan bir serüvene sahip. İlk öyküler, toplumsal sorunları yansıtan, eğitici birer araç gibi kullanıldı. Ahmet Mithat Efendi ve Namık Kemal, halkı bilinçlendirme hedefiyle kaleme aldıkları eserlerde, bireyi toplumun parçası olarak yansıtarak, büyük anlatılar peşinde koştular. Ancak, zamanla bu öykülerde toplum yerine bireyin kendi iç çatışmaları, yalnızlık ve yabancılaşma gibi meseleler odak noktası haline geldi. Bugün öykü, aynı zamanda kişisel bir alan, bireysel bir hesaplaşma aracı olarak önümüzde duruyor. Peki, modern öykü bu dönüşüm yolculuğunda nereye gidiyor?
Modern öykü artık tek bir sesin yankılandığı düz bir mecra olmaktan çıkmış durumda. Küçürek öyküler, bu dönüşümde başı çeken türlerden. Okuyucuya bırakılan boşluklar, okurun o boşlukları kendi deneyimiyle doldurmasını, her okuyuşta metni yeniden kurmasını sağlıyor. Gülcan Aydoğan'ın vurguladığı gibi, "küçürek öyküler, okurun günlük yaşamın sıradan yanlarına dikkatini çekerek, çok katmanlı bir yapı oluşturuyor." Artık okur, bir alıcı değil; anlatının eksik bıraktıklarını tamamlayan, anlatıyı kendi zihninde yeniden kuran bir yaratıcı. Küçürek öykülerle birlikte, öykü artık "bitti" denilen bir yerde sona ermiyor. Tam aksine, her okuyuşta başka bir kapı açarak devam ediyor.
Edgar Allan Poe'nun "tek etki" kuramı, öykünün okuyucuda belirli bir duyguyu yaratmasını şart koşuyordu. Fakat bu, modern öykünün sunduğu zenginliğe sığabilecek bir çerçeve değil. Necip Tosun, modern öykünün tekil bir etki yaratma zorunluluğundan sıyrılarak çok sesli, çok katmanlı yapısıyla okurun zihninde geniş bir etki alanı kurduğunu belirtiyor. Bugün modern öykü, okuyucunun bir bakışta çözümleyip kapatacağı bir yapıdan çok, her okunduğunda yeni izler bırakan, her okurda farklı yankılar bulan bir anlatı sunuyor. Öyleyse, tek etki kuramının kısıtlayıcı sınırlarını aşan bu yeni anlatılar, neyi hedefliyor?
Bu çok katmanlı yapı, aynı zamanda günümüz dünyasının hızla değişen dinamiklerine ayak uydurmaya çalışan modern öykünün krizini de gözler önüne seriyor. Byung-Chul Han'ın işaret ettiği anlatının krizi, bugün tüm çıplaklığıyla modern öykücülüğün önünde duruyor. Han'a göre, hikaye anlatmak artık anlamlı bağlar yaratmaktan ziyade, "tüketiciler topluluğu" yaratıyor. Modern toplumun hızla tükettiği ve yerine koyamadığı şeyler arasında hikayeler de var. Ancak bu kriz, modern öykücüler için aynı zamanda yeni yollar keşfetmek, okuyucunun deneyimini zenginleştirecek katmanlar oluşturmak adına bir fırsat. Böylece, okur öyküyü tüketmek yerine onunla birlikte anlam yaratıyor, onu çoğaltıyor.
Oğuz Atay'ın "Demiryolu Hikayecileri" öyküsünde, öykülerin, kapitalist düzende değersizleşip metalaşması, "sucuk-ekmekle aynı kategoride satışa sunulan hikayeler" metaforuyla ifade ediliyor. Atay, ironik bir dille, hikaye anlatmanın değerini yitirip sıradanlaştığı bir dünyayı gözler önüne seriyor. Bu tür öyküler, modern insanın değerler dünyasında yaşadığı boşluğu, anlam arayışını çarpıcı bir biçimde yüzümüze vuruyor.
Bugün Türk öykücülüğünün her parçasında birey, toplum ve kimlik sorunu derinlemesine işleniyor. Sait Faik'in insana dair sıcak anlatısı, Yusuf Atılgan'ın yalnızlık teması ya da Bilge Karasu'nun içsel çatışmalarla yoğrulmuş metinleri, Türk öyküsünde modernist yaklaşımların canlı örneklerini sunuyor. Her biri, okuru sadece okumaya değil, öyküyü kendi dünyasına uyarlamaya, onu yeniden inşa etmeye çağırıyor.
Ez cümle, Türk öyküsü artık sadece bir anlatı değil, çok katmanlı bir sorgulama alanı. Küçürek öykülerle beliren bu anlatı biçimi, her boşlukta okura yer açan, okuru aktif bir katılımcı haline getiren yeni bir dil sunuyor. Geçmişin izleriyle bugünün krizlerini bir araya getiren bu öykü evreni, bireysel ve toplumsal meselelerin tüm karmaşıklığını içeren, anlamı her seferinde yeniden kuran bir dünya yaratıyor. Öykünün dünü ve bugünü arasında yapılan bu yolculukta, modern Türk öyküsü okura kendini yeniden keşfetme şansı sunarken, aynı zamanda ona eşsiz bir anlam yolculuğuna da davet sunuyor.