Haberler

Modern edebiyatın izdüşümleri ve ahmet hamdi tanpınar'ın mirası

Erinç Büyükaşık

Erinç Büyükaşık

Papirüs Programı Sunucu Yazar Editör
07.08.2024 02:09
Modern edebiyatın arayışları, yenilikçi ve çağdaş kavramların ötesinde, ideolojik bir meydan okumayla anlam kazanır. Batı edebiyatında modern imgelerin yerleşmesi, tarihsel göndermelerle beslenen modernizm kalıplarının bilimsel ilerlemeci değerlerin dönüşümü çerçevesinde ele alınmasını gerektirir. Günümüz postmodernizm tartışmaları da bu bağlamda, modernin sorgulanarak yeni bir forma dönüşmesi olarak değerlendirilebilir.

19.yüzyılın pozitivist aklı, Darwin, Comte ve Stuart Mill gibi düşünürlerle ortaya çıkan bilimci değerlerin edebiyata realizm ve naturalizm tartışmalarıyla sızdığı bir dönemi işaret eder. Bilimin ilerlemeciliği, bir süre sonra metalaşma ve bilimsel tapıcılık evreleriyle kimliğini yansıtarak modern olanın ve kamusal alandaki modern aklın eleştirisini yaratır. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın romanlarındaki eski-yeni çatışması, Doğu ve Batı'nın bir kopuş fenomeni olarak Türkiye'deki yerini ortaya koyar. Tanpınar, Doğu ve Batı arasındaki tarihsel çatışmayı kültürel bir sentez arayışıyla yorumlar.

Batı'da İncil'in öykülerinin yeniden kabul görmesi, İbsen ve Nietzsche'nin modernite metaforlarının dışında kalan varoluş tartışmaları, Tanpınar söyleminin önceden yaratıcıları olmuştur. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın Batı uygarlığına ideolojik faturası, kapitalizmin yeniden tartışılmasını gerektirmiştir. İlerlemeciliğin savaş ve teknolojik kalkınma olarak insanlık tarihine yazılmasına duyulan öfke, Tanpınar'ın "Huzur" romanında II. Dünya Savaşı'nın dehşetengiz psikolojisi ve Batı uygarlığının savaş içindeki "özne" oluşuyla yansır. Doğu ise adeta bir yazgıya terkedilmiş, Batılı verileri onaysız kabul etmektedir. Aynı gerilim, Oğuz Atay'da aydın yabancılaşması ve kimliksizleşme olgusu ile resmedilir.

Türkiye edebiyatında 1940'ların devlet politikası ve değişim süreci ile bağlantılı olarak, modernist ve ilerlemeci tavır, devlet veya bürokratik aydın kimliklerini üretirken toplumun kültürel değişimi içinde iki kültürel nosyon arasında bocalayan bir başka aydın cephesi ortaya çıkarır. Peyami Safa ve Tanpınar, ortak alanlarda benzer kaygılar ve ikilemler taşırken, ideolojik algıları farklı göndermeleri taşır. Bu ortak algı, İbsen, Hermann Hesse ve Proust'un yazma evresinde de belirgin paralellikler taşır.

Tanpınar, Bergson'un zaman-süre ve dirimsel atılım kavramlarından yararlanarak, geleceğe doğru her an geçmişi duyumsayabilen bir kültürel sentez arayışını benimser. Batının tarihsel kazanımlarını reddetmeyen, Doğu ve Batı'nın kültürel nosyonlarının çatışmasına uzlaştırıcı bir bakış açısı getirir. Şeyh Galip'ten Baudelaire'e kadar geniş bir kültürel yelpazeyi içine alan bu bakış açısı, Tanpınar'ın eserlerinde insan benliğinin kendi varoluş köklerini yeniden keşfetme çabası olarak görünür. İç-ben, Batılı bir kimlik ve Doğulu bir özgeçmiş olarak ele alınır; Bergson'un vurguladığı şekilde, iç-benin kendini aşması ve değişikliğe uğraması bir zorunluluktur.

Zaman, Tanpınar için içsel bir yüzdür ve iç-ben içindeki belirgin bir akış, duyuların gerisinde bir çözümleme olarak zamanın içinde an kavramına yaklaşır. Osmanlı, bir kültürel değer olarak bütünsel bir andır. Eşyanın ve varlığın derinliğini keşfetme çabası, Tanpınar'da kültürü ve uygarlığı derinlik içerisinde çözmeyi zorunlu kılar. Bu, estetiğini Yunan dünyasıyla kuşatan, doğunun masalsı öğeleri ve tasavvufun derinleşen aşk kavramıyla birleştiren bir İstanbul duyarlılığıdır. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla farklı mirasları taşıyarak geçen bir İstanbulluluk... Bir yandan Osmanlı'nın çöken konak ve saray aristokrasisinin yıkılışına, diğer yandan 40'larla birlikte apartmanlarda yaşamaya başlayan yeni bir küçük burjuva kuşağının doğuşuna tanık olmak.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk edebiyatının çınarı, 60 yıllık ömründe devasa katkılar sunmuş, başyapıtlar yazmış bir dehadır. Eserleri, edebiyat tarihinde ve şehir edebiyatımızda çığır açmıştır. "19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi" adlı eseri, bilim ve edebiyat tarihimizde eşi benzeri olmayan bir kılavuzdur. Tanpınar, şair olarak başladığı edebi yolculuğunda, Yahya Kemal'in şiirde yaptığını romanlarında yaparak derin ve kalıcı etkiler bırakmıştır. Ölümünden sonra, 1970'lerden itibaren eserleri yeniden keşfedilmiş ve hak ettiği değeri görmeye başlamıştır. "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" adlı eseri, bürokratik yapıları ince bir alaycılıkla ele alan, dünya çapında bir başyapıttır.

Tanpınar, "devam ederek değişmek ve değişerek devam etmek" anlayışını merkez alarak, "inkılapçılık" ve kökten değişimciliğe karşı bir duruş sergilemiştir. Osmanlı'nın son dönemlerinde doğmuş, büyük altüst oluşları ve değişimleri yakından yaşamış, bu nedenle sürekliliğe ve kültürel derinliğe büyük önem vermiştir. Eserlerinde modernitenin sancılarını ve Doğu-Batı arasındaki kültürel çatışmaları derinlemesine irdelemiş, okuyucularına yeni ve dengeli bir sentez sunmuştur. Estetik ve kültürel değerlerin birleşiminde, Doğu ve Batı'nın ortak bir algılamada yeniden kurgulanması gerektiğini vurgulamıştır. Tanpınar'ın mirası, edebiyatımızda ve kültürümüzde silinmez izler bırakmaya ve yol göstermeye devam eder.

title