Haberler

Onat Kutlar ve Bilge Karasu’da Büyülü Gerçekliğin İzleri: İshak ve Kedilerin Dünyası

Erinç Büyükaşık

Erinç Büyükaşık

Papirüs Programı Sunucu Yazar Editör
30.09.2024 02:59

Belki tüm öykü yazarları Gogol'un kedilerinden gelmiştir? Bu soruyu kediler ve yazarlar ekseninde bir yazının temellerini atarken sormayı yeğledim. Varoluşun tezahürlerinde hayli politik göndermelere de karşılık gelen "kediler" soruşturmamızda "ne kitapsız, ne kedisiz" düsturuyla yola çıkarsak Onat Kutlar'ın İshak ve Bilge Karasu'nun Göçmüş Kediler Bahçesi gibi başyapıtlarının büyülü gerçekçilik teriminin edebiyatta en güçlü yansımalarını bulduğu Türk edebiyatında özgün bir konuma sahip olduğunu söylemek de mümkün. Büyülü gerçekçilik, somut gerçeği sıra dışı, fantastik unsurlarla iç içe geçirir ve okuyucuyu gerçek ile hayal arasında bir köprüde yürütür. Peki, bu iki yazarın eserlerinde, gerçekliğin hangi katmanları büyü ile örtüşüyor ve bu büyülü dünyalar hangi sorulara kapı aralıyor?

Büyülü gerçekçilik, Franz Roh'un 1925'te sanat üzerine yaptığı eleştirilerde doğmuş, daha sonra Gabriel García Márquez gibi yazarlarla Latin Amerika edebiyatında geniş bir yankı bulmuştur. Ancak, bu terimin Türk edebiyatına olan etkisi genellikle gözden kaçan bir gerçekliktir. Onat Kutlar'ın İshak kitabı, Türkiye'de bu türün ilk örneklerinden biri olarak kabul edilir. Kutlar, Anadolu'nun sıradan görünen yaşamını büyülü bir gerçeklik penceresinden ele alırken, Bilge Karasu'nun masalsı dilinde ve gerçeküstü dünyasında, sembollerle bezeli bir anlatı sunulur. Ancak, bu büyülü dünyalarda gerçekten büyü mü vardır, yoksa sıradan olanın yoğunlaştırılmış bir versiyonu mu? Bu bağlamda Onat Kutlar'ın bir nevi post-memory sayabileceğimiz Kediler öyküsünde Antep'e ve çocukluğa dönüşün hayli etkisi görülür.

Kedilerle kurduğu ve bir şekilde "yazar", ""kedi" 'içgörüsünden de' söz etmemiz mümkün olan Onat Kutlar'ın öykülerinde metaforlar, karakterlerin iç dünyalarını ve toplumla olan ilişkilerini sembolize eden derinlikli imgelerle doludur. Özellikle "Kediler" öyküsünde, anlatıcının her gün düzenli olarak geçtiği büyük saat, modern dünyanın mekanikleşmiş, düzenli yapısını simgelerken, Sakallı lakaplı eski dostun evi ise doğanın, geçmişin ve zamanın yavaş akışının metaforudur. Bu karşıtlık, anlatıcının şehirli, geleceği simgeleyen konumuyla, Sakallı'nın eski, doğayla iç içe geçmiş dünyası arasında kurulan zıtlıkla pekişir. Öyküde sıkça tekrarlanan "eski" kelimesi, hem mekânın hem de karakterlerin geçmişe saplanmış hallerini vurgularken, uçan ve dokunulunca kaybolan kediler anlatıcının zihnindeki bilinmezliği, soyutlanmayı ve duygusal kopukluğu sembolize eder. Bu metaforlar, Kutlar'ın gerçek ile hayal arasında kurduğu büyülü bir geçişi yansıtır ve karakterlerin içsel çatışmalarını görünür kılar.

İshak: Gerçekten Daha Derin Bir Gerçeklik

Kutlar'ın İshak kitabında büyülü gerçekçilik, Anadolu'nun toplumsal yapısını sorgulayan bir dil aracılığıyla işlenir. Örneğin, Horozlar adlı öyküde, karakterlerin sıradan hayatlarına mistik anlamlar yüklenir. Yaşlı büyükannenin horozlara seslenmesi, bir isyanın simgesi midir yoksa sadece geçmişten gelen bir yankı mı? Kutlar, yaşadığı kentin hüzünlü atmosferini, düşle gerçek arasındaki ince çizgide gezdirerek işler. Antep'te geçen bu öyküler, hem yerel kültürün derinliklerine dokunur hem de evrensel bir melankoliyi çağrıştırır.

Horozlar öyküsündeki sembolizm, yalnızca yerel bir köy hikayesi değildir; büyükannenin seslenişi, gerçeğin sınırlarını zorlayan bir başkaldırıdır. Ancak bu başkaldırının kökleri, sıradan bir olay gibi görünen bir sahnede gizlenir. Zamanın akışıyla ilgili semboller, geleneksel zaman anlayışını sorgularken, büyükanne gerçeği nasıl anlamlandırıyor? Onun sembolik başkaldırısı, zamanın ötesinde bir durumu mu temsil ediyor?

Kediler: Ölüler Bahçesinde Simgesel Bir Gece

Onat Kutlar'ın Kediler adlı öyküsü, kedilerin ölümle olan gizemli ilişkisini büyülü bir gerçeklikle işliyor. Kediler, yalnızca birer hayvan değil, ölümün sessizce dolaştığı varlıklar olarak karşımıza çıkar. Kutlar, bu öyküde ölüm ve yaşam arasındaki sınırlara meydan okur. Kedilerin ölümü, sıradan bir olaydan çok daha fazlasıdır; peki, ölüm neden bu kadar sessizce ve doğaldır? Bu noktada büyülü gerçekçilik devreye girer: Ölüm, hayatın bir parçası olarak, fantastik unsurlarla örtüşen bir gerçeklik haline gelir. Okuyucu bu ölümler karşısında neden bu kadar rahat? Kutlar'ın bize anlatmaya çalıştığı şey, aslında ölümün kendisinin mi büyü olduğu, yoksa bizlerin mi ona büyü atfettiğidir?

Öyküdeki kediler, sadece varlıklarıyla değil, insanların onları anlamlandıramamasıyla da dikkat çeker. Kutlar'ın masalsı dünyasında kediler, sıradan birer canlı olmanın ötesine geçer ve ölümle yaşam arasındaki köprüyü kurarlar. Bu köprü, okuru beklenmedik sorularla yüzleştirir: Hayvanlar gerçekten ölümü anlar mı, yoksa biz mi onlara bu anlamı yüklüyoruz?

50 kuşağı Türk öykücüleri, varoluşçuluğu temelinden bütünüyle alıp kavramak yerine öznel bakış açılarına uygun belirli izlerle uygularken Demir Özlü, Onat Kutlar'ı Sartre ve Camus çizgisinden gelen bir düşünür-yazar olarak yansıtır. Ancak Kutlar, varoluşçuların kabul ettiği gibi insanın doğuşundan itibaren yabancılaşmasını, varoluşunu yadırgamasını temel almayıp, varoluşçuluğu, tıpkı "Kediler" öyküsündeki gibi, bir sistem eleştirisine dönüştürür. Öyküde düzenin değişmemesi veya düzene dönük itiraz ve böylece sabitleşen insanın çıkışsızlığı anlatıcı evden kurtulduktan yeni bir maceranın başlangıcı olarak süre giden. Modern çağda benliğin parçalanmasına neden olan etkenler ve makineleşme sonucunda insan, hayatının tümüne hükmedemez hâle gelir. Yabancılaşmanın nedenlerinden biri de budur. Kediler, ev sahibinin kendi beslediği ve büyüttüğü varlıklardır. Bu varlıklar, bir zaman sonra velinimetini ele geçirip onun hayatına yön verir. Anlatıcı, ev sahibine kedilere çekidüzen verme konusunda telkinde bulunduğunda, ev sahibinden "Hiçbir şey yapamam.. Onları ben öyle olsunlar diye yetiştirdim, hiçbir şey yapamam. Asıl siz kendinize çekidüzen verin." karşılığını alması da evdeki "öteki"nin esasında anlatıcı olduğunu gösterir. Kaldı ki kediler arasında da rekabet vardır.

Bilge Karasu'nun Göçmüş Kediler Bahçesi, anlatısal oyunlarla dolu, büyülü gerçekçilikle bezeli, son derece katmanlı bir eserdir. Karasu, geleneksel masal ve destan unsurlarını postmodern bir şekilde yeniden kurgulayarak okura sunar. Karakterler ve olaylar gerçek dünyadan çok masal dünyasının bir parçası gibidir, fakat bu dünya bize tanıdık gelir. Göçmüş kediler, ölüm ve yaşam arasındaki sınıra yerleştirilir. Karasu'nun ironi dolu anlatımı, büyülü bir atmosfer yaratarak gerçekliğe dair algımızı dönüştürür.

Karasu'nun kedileri, ölümle kurdukları ilişkiyle Kutlar'ın dünyasındaki kedilere benzer, ancak aralarındaki fark, Karasu'nun çok daha açık bir şekilde ölümle yaşamı birleştirmesindedir. Karasu, ölüm ve hayatı birbiriyle çatıştırmak yerine, onları aynı düzlemde sunarak, okuyucuya tek bir soruyu sormaya zorlar: Gerçekten, ölüm mü yoksa hayat mı daha gizemlidir? Kediler bu soruya nasıl yanıt veriyor?

Sonuç: Büyülü Gerçekliğin Türk Edebiyatındaki İzleri

Onat Kutlar ve Bilge Karasu, büyülü gerçekçilik kavramını Türk edebiyatına taşıyan iki önemli isim olarak öne çıkıyor. Kutlar'ın Anadolu'ya özgü masalsı dünyası ve Karasu'nun ironik, derinlemesine düşünülmüş evreni, büyülü gerçekçilikle beslenen bir anlatı geleneği yaratıyor. İki yazar da ölüm, yaşam, zaman ve mekân gibi evrensel temaları büyülü bir gerçeklik penceresinden ele alırken, okuru şaşırtıyor ve düşündürüyor. Gerçekten de, büyülü gerçekçilikle anlatılmak istenen, büyü ve gerçeklik arasındaki sınırların silikleşmesi midir, yoksa bizlerin bu sınırları yeniden çizmesi mi gerekiyor?

Bu iki eser, büyülü gerçekçiliğin sadece Latin Amerika edebiyatıyla sınırlı olmadığını, Türk edebiyatında da güçlü bir şekilde var olduğunu kanıtlıyor. Öyleyse, okurlar olarak, gerçekliğin sınırlarını yeniden düşünmeye, büyünün nerede başladığını sorgulamaya hazır mıyız? Bizler ki Gogol'un kedileri öykücüler için Kutlar ve Karasu'nun kedileri de bize eşlik ediyor bu okuma yolculuğunda da.

title