Haberler

Kaygı, Sevgi ve İlişkiler: Kendi Hayaletlerimizle Barışabilir Miyiz?

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
24.11.2024 07:24
Hadi bir an durup düşünelim. Kaç kez mesajınıza dönülmediğinde içten içe "Bir şey mi yaptım?" diye sorduğunuzu hatırlıyorsunuz? O mesaj yanıtlanana kadar aklınıza gelen tüm senaryoların hızla kafanızda döndüğünü... Ya da birini seviyorsunuz ama aynı anda "Peki ya giderse?" diye bir korku büyüyor içinizde. İşte tam burada Leslie Becker'in kaygılı bağlanma teorisi devreye giriyor. Bu teori, aslında hepimizin içinde yankılanan o soruya bir cevap arıyor: "Ben gerçekten sevilebilir miyim?"

Kaygılı bağlanma dediğimiz şey, çocuklukta kök salıyor. Şöyle bir geçmişinize dönün. Ebeveynleriniz ya da sizi büyüten kişiler... Onlarla olan ilişkinizde bir şey eksikti, değil mi? Belki mesafeliydiler. Belki çok tutarsız. Bir gün sevgiyle dolup taşan insanlar, ertesi gün görünmez oluveriyorlardı. Ya da tam tersi, üzerinize çok fazla düştüler; o kadar ki, bir nefes bile alamadınız. Ne oldu biliyor musunuz? O eksiklik ya da fazlalık, bugünkü sizi yarattı.

Becker'in söylediği şu: Çocuklukta eksik kalan bu güven duygusu, yetişkinlikte ilişkilerimize taşınıyor. Diyelim ki bir ilişkiye başladınız. Bütün dünyanız birden o kişiye odaklanıyor. Sürekli onay bekliyorsunuz. Sürekli "Beni seviyor musun?" diye dolaylı yollarla sormak istiyorsunuz. Ama işte ironik olan şu: Bu onay arayışı ve terk edilme korkusu, sizi daha da kırılgan yapıyor. O kadar çok tutunmaya çalışıyorsunuz ki, sonunda karşı tarafı boğuyor ve korktuğunuz şey başınıza geliyor: Terk edilmek.

"Tamam," dediğinizi duyar gibiyim. "Bu böyle sürüp gidecek mi?" İşte burada Becker umut verici bir pencere açıyor. Diyor ki, bu bir kader değil. Kaygılı bağlanma bir sorun, evet, ama çözümü var. Bunun ilk adımı farkındalık. Şunu kabul etmek gerekiyor: Bu davranışlarımız bir bilinçaltı mirası. Çocukluğumuzun hayaletleri bizi bir şekilde yönetiyor. Ama biz bu hayaletleri tanıyabilir ve kontrol altına alabiliriz.

Hadi biraz daha somutlaştıralım. Diyelim ki bir ilişkinizde sürekli "Ben yeterli miyim?" diye bir endişe taşıyorsunuz. Bu soruyu neden sorduğunuzu hiç düşündünüz mü? O sorunun size ait olmadığını, çocukluğunuzdan bir yankı olduğunu fark etmek bile bir devrimdir. Becker bu noktada terapinin önemini vurguluyor. Çünkü bazen kendi başımıza fark edemediğimiz şeyleri bir uzmanın yardımıyla çözümleyebiliriz.

Ama bir de işin toplumsal boyutu var. Şimdi dürüst olalım: Instagram'da mutlu çift fotoğrafları görüp içten içe bir burukluk hissetmeyen var mı? Ya da sosyal medyada sürekli bir "mükemmel ilişki" performansına maruz kalmıyor muyuz? İşte tam da burada Becker'in teorisi günümüz dünyasında daha da anlam kazanıyor. Sosyal medya, sadece bireysel kaygılarımızı tetiklemekle kalmıyor, aynı zamanda kolektif bir bağlanma sorunu yaratıyor. Yani bireysel travmalarımızın üzerine toplumsal baskılar ekleniyor.

Sonuç? Becker'in dediği gibi, kaygılı bağlanma bir korku tüneli olabilir ama bu tünelden geçmek mümkün. Bu tünelin sonunda kendimizi daha yakından tanıyabiliriz. Hatta belki o korkularımızla yaşamayı bile öğrenebiliriz. Çünkü şunu unutmamak gerekiyor: Sevgi, en çok kendimizi sevdiğimizde hayatımıza girer.

Peki siz?

Kendinizi gerçekten tanımaya ve sevmeye cesaret edebilir misiniz? Çünkü bu sorunun cevabı, tüm ilişkilerinizin geleceğini belirleyecek.

title