Haberler

Kıtlık Bilinci

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci ve Psikolog
07.11.2024 04:53
Kıtlık... Hem somut bir yoksunluk hem de zihinsel bir gölge. Biraz daha dikkatle baktığımızda, bu gölgenin çağımızın en görünmez ama en etkili sorunlarından biri olduğunu görürüz.

Amartya Sen'in ekonomik düşünceleriyle sosyal medya çağının kesişiminde, kıtlık bilinci modern bireyin içine düştüğü bir girdap olarak karşımıza çıkar. Peki bu kıtlık bilinci nedir ve nasıl oluyor da hem Sen'in teorilerinde hem de sosyal medya dünyasında bu kadar belirgin bir yer bulabiliyor?

Amartya Sen, kıtlık kavramını, salt fiziksel yoksunluktan çok daha derin bir biçimde ele alır. Sen'e göre, kıtlık genellikle kaynakların yetersizliğinden değil, bu kaynakların adil olmayan dağılımından doğar. Örneğin, bir toplumda gıda yeterli miktarda bulunabilir, ancak bu kaynakların eşitsiz dağılımı sonucunda insanlar açlıkla karşı karşıya kalabilir. Kıtlık bilinci de burada devreye girer: Toplumun belirli bir kesiminde, maddi yetersizlik korkusu ve gelecekteki belirsizlikler, bireylerin davranışlarını yönlendirir. İnsanlar daha fazla biriktirme, daha az harcama ve sürekli eksiklik hissi içinde yaşamaya başlar. Sen'in bu bakış açısı, ekonomik sistemlerin sadece rakamsal değil, aynı zamanda insani sonuçlarını da anlamamıza yardımcı olmaktadır.

Sen'in ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler üzerine kurduğu bu zemin, günümüzün sosyal medya çağında yeni bir boyut kazanıyor. Instagram, TikTok ve diğer platformlar, bize sanki herkesin elinde her şey varmış gibi bir algı sunar. Bu algı, bolluğun gerçek değil, sahte ve seçilmiş olduğunu gizler. Sosyal medya, kullanıcıların sürekli daha fazlasına ihtiyaç duymasını sağlayan bir simülasyon alanı yaratmakta… Mükemmel bir tatil, lüks bir yaşam, en son moda kıyafetler... Hepsi ekrandan taşarak üzerimize düşerken, kendi hayatlarımızda eksiklik hissiyle karşı karşıya kalırız.

Bu sahte bolluk, aslında kıtlık bilincinin en modern yüzüdür. Sosyal medyanın sunduğu bu illüzyon, bireylerde sadece maddi kaynaklara dair değil, zaman, güzellik, sosyal statü ve deneyimler açısından da eksiklik hissi yaratır. İnsanlar, başkalarının hayatlarıyla kendi yaşamlarını karşılaştırırken, yetersizlik duygusu içsel bir kıtlık bilincine dönüşme tehdidi altında…Her gün yeni bir ürünün, trendin veya deneyimin sergilendiği bu platformlar, sürekli olarak "yetersizim" hissini tetikler.

Amartya Sen'in eşitsiz dağılım üzerine kurduğu teorilerle sosyal medya platformlarının yarattığı algı dünyası birleştiğinde, bireylerin kıtlık bilinci daha da keskinleşir. Sosyal medya, ekonomik gerçekliklerden bağımsız gibi görünse de aslında bu platformlarda sergilenen yaşamlar, ekonomik güç dengesizliklerini körükler. Üst gelir grubuna mensup bireylerin ve influencerların paylaşımları, alt ve orta gelir gruplarında kıtlık bilincini daha da derinleştirir. İnsanlar, bu görsel bolluğun dışında kaldıklarını hissettikçe, kendi yaşantılarında eksiklikler aramaya başlar ve mevcut kaynaklarına şüpheyle bakar.

Peki, kıtlık bilincinin bu modern yüzünü nasıl yönetebiliriz? Öncelikle, Sen'in ekonomik eşitsizlik anlayışını sosyal medya eleştirisiyle harmanlayarak, bireylerin bu illüzyonu fark etmesi sağlanmalıdır. Bir paylaşımın arkasındaki seçicilik, bir hikâyenin ardındaki kurgu, gerçekliğin çok daha küçük bir parçasıdır. Bu farkındalık, bireylerin kıtlık bilinciyle baş etmesine yardımcı olabilir.

Örneğin, sosyal medyada gördüğümüz o lüks tatiller ve pahalı eşyalar, her zaman bireysel refahın göstergesi değildir. Bir influencerın reklam anlaşması, bir markanın stratejik pazarlaması veya yalnızca bir anın parlatılmış hali olabilir. Bunları fark ettiğimizde, sosyal medyanın yarattığı kıtlık bilinci azalır ve bireyler kendi hayatlarının zenginliğini görmeye başlayabilir. Aynı şekilde, ekonomik düzeyde daha adil politikalar ve dağılım stratejileri de, kıtlık bilincinin etkilerini hafifletebilir.

Kıtlık bilinci, yalnızca kaynakların eksikliğinden değil, algılarımızın yanıltılmasından da beslenir. Sen'in ekonomik eşitsizlik analizleri ve sosyal medyanın sahte bolluk dünyası birleştiğinde, bireyler hem ekonomik hem de psikolojik açıdan bu kıtlık bilincinin esiri olur. Ancak bu esareti kırmak, sahip olduğumuzun farkına varmak ve modern dünyanın illüzyonlarına eleştirel gözle bakmakla başlar. Gerçek özgürlük, gerçek bolluğun—manevi, psikolojik ve toplumsal anlamda—tanınması ve bu tanımın hayata geçirilmesidir.

title