Haberler

Ölü At Sendromu: Kaçımız Bırakmaya Cesaret Edebiliriz?

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
16.02.2025 01:31

At koştukça yeleleri rüzgârla dans eder, nal sesleri toprağı döver, kalp atışları zamanın ritmine karışır. Ama her at sonsuza kadar koşamaz. Bir gün dizleri titrer, nefesi kesilir ve yere yığılır. O an geldiğinde iki seçeneğimiz vardır: Ya atın öldüğünü kabul ederiz ya da ölü bir bedeni sürükleyerek kendimizi kandırmaya devam ederiz.

İnsan doğası, değişimi kabullenmektense inkârı seçmeye meyillidir. Statükoya olan bağlılığımız, en büyük çöküşleri bile göz ardı etmemize neden olur. Yenilgiyi kabullenmek yerine, çürümüş sistemleri, modası geçmiş fikirleri ve tükenmiş ilişkileri sürdürmek için her yolu deneriz. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, ölü bir atı kamçılayarak tekrar koşturamayız. Ancak kabul etmek en zor adımdır çünkü bu, yıllarca inandığımız şeylerin yanlış olabileceğini fark etmek anlamına gelir.

Çöküşü Görmek Neden Bu Kadar Zor?

Ölü at sendromu, sadece bireysel tercihlerimizde değil, toplumsal yapılarımızda da kökleşmiş bir olgudur. Eskiyi bırakmak cesaret ister. Çoğu zaman çöküşün ortasında bile her şeyin yolunda olduğunu söyleyenlere inanmayı tercih ederiz.

Neden?

Yatırım Yapılan Yanılgı: İnsanlar zaman, emek ve kaynak harcadıkları şeylerden kolayca vazgeçemezler. Bir sistem, bir ilişki veya bir fikir için yıllarımızı harcadıysak, onun yanlış olduğunu kabullenmek, tüm bu emeğin boşa gittiğini kabul etmek anlamına gelir. O yüzden "belki düzelir" umuduyla, aslında çoktan ölmüş olan bir şeyi taşımaya devam ederiz.

Bilişsel Uyumsuzluk: Gerçeklerle yüzleşmek rahatsız edicidir. Eğer yıllardır savunduğumuz bir ideolojinin, inşa ettiğimiz bir düzenin veya bağlı kaldığımız bir ilişkinin çökmekte olduğunu görürsek, zihnimiz bu çelişkiyi gidermek için inkâra sarılır. "Bu sistem hâlâ işliyor," "Bu aşk bitmedi," "Bu ekonomi toparlanır" gibi cümleler aslında en büyük kandırmacadır.

Toplumsal Dayatmalar: Çoğu zaman bireysel olarak değişimi görmek ve adım atmak istesek bile, içinde bulunduğumuz toplum, statükoyu korumak için bizi baskılar. Bitmiş bir evliliği sürdürmemizi, başarısız bir projeye devam etmemizi, iflas etmiş bir şirketi kurtarmaya çalışmamızı isterler. Çünkü sistem, çöken şeyleri gömmek yerine, çöküşü geciktirmeyi seçer.

Hangi Ölü Atları Sürüklemeye Devam Ediyoruz?

Ölü at metaforu, sadece bireysel tercihlerimizle sınırlı değil. Tüm dünyayı saran ve özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin yapısal krizlerine de uygulanabilir:

Ekonomi: Para basarak çözüleceğine inanılan ama her yeni paketle daha da kötüye giden enflasyon sorunları. Yama üstüne yama yapılırken, aslında çöken şeyin kendisi ekonomi modeli. Ama itiraf edilirse, sistemin değişmesi gerekecek.

Siyaset: Halkın güvenini kaybetmiş, yozlaşmış yönetimler. Hiçbir şey düzelmiyor, ama hâlâ aynı aktörler sahnede. Seçimler yapılıyor, liderler değişiyor ama kurallar aynı kalıyor. Çünkü asıl sorun, sistemin kendisi.

İş Hayatı: Artık değer üretmeyen, işlevsiz hale gelmiş şirketler ve sektörler. Ama prestij uğruna, "kurumsal miras" bahanesiyle sürdürülen çürük yapılar.

Aşklar ve İlişkiler: Biten duygulara rağmen sürdürülen evlilikler, tükenmiş dostluklar, sadece alışkanlık yüzünden devam eden bağlar. İçinde sevgi kalmamış ama bırakmaya cesaret edilemeyen hikâyeler.

Peki, çözüm ne?

Ölü Atı Gömmenin Zamanı Geldiğinde…

İnsan ancak kabul ettiğinde özgürleşir. Ölü bir atı sürüklemeye çalışmak, yalnızca zaman kaybettirir. Oysaki asıl güç, o atın artık yürümeyeceğini fark edebilmekte yatar. Yeni bir sayfa açmak, eskiyi geride bırakmak, gerçekten işe yarayan bir şeye yönelmek… Bunlar cesaret ister.

Ama gerçek şu ki, bazı şeyleri sürdürmek, onları bırakmaktan daha fazla zarar verir. Zihinsel, duygusal ve toplumsal yüklerimizi taşımaya devam ettikçe, farkında olmadan kendi çöküşümüzü hızlandırıyoruz.

Artık sormanın zamanı geldi:

Kaçımız o kamçıyı bırakmaya cesaret edebiliriz?

title