Sessizlik Cinayete Ortak Olur: Narin Güran’ın Acı Kaybı ve Toplumun Sorumluluğu
Fatma Ece Gödeoğlu
Narin Güran'ın trajik kaybı, ülkemizde kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin ve bu şiddetin cezasız bırakılmasının ne denli derin yaralar açtığını bir kez daha gözler önüne seriyor. 21 Ağustos'tan beri kayıp olan Narin'in bir dere yatağında, bir torbanın içinde ölü bulunması, toplumun kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı karşısındaki çaresizliğini ve acizliğini acı bir şekilde hatırlatıyor. Bir kız çocuğunu daha kötülüklerden ve ölümden koruyamamanın yarattığı utanç, hepimizin omuzlarında bir yük olarak kalmalıdır.
Anadolu'nun köklü gelenekleri arasında, ne yazık ki kadınların seslerini bastırmaya yönelik zararlı ve derin yerleşik bir susturulma geleneği de bulunuyor. Narin'in kaybı, bu geleneğin hâlâ ne kadar güçlü ve yaygın olduğunu gözler önüne seriyor. Narin'in annesinin olaylardan haberdar olup olmadığı, suskunluğunun kendi iradesiyle mi yoksa köyün erkeklerinin baskısıyla mı gerçekleştiği soruları, bu geleneğin bireyler üzerindeki etkisini derinlemesine sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. Böylesi gelenekler, kadınların ve kız çocuklarının yaşamlarını tehdit eden ciddi bir unsur olmaya devam ediyor ve bu tehdidin boyutunu artık kavramalıyız.
Geçtiğimiz ay Sosyal Politikalar Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, her ailenin bir aile danışmanı veya psikoloğa sahip olmasını sağlayacak bir uygulama başlatacaklarını duyurmuştu. Ancak, bu açıklamanın ardından yalnızca sertifikasyon süreçlerinde bir artış yaşandı; hâlâ her ailenin bir psikoloğa erişimi sağlanabilmiş değil. Bu uygulamanın gecikmesi, toplumu, kadınları ve çocukları savunmasız bırakmak anlamına geliyor.
Buradan Sosyal Politikalar Bakanımıza seslenmek istiyorum: Her aileye bir psikolog uygulaması derhal hayata geçirilmelidir. Narin Güran'ın acı kaybı ve benzeri kadına şiddet, çocuğa cinsel istismar vakalarının azalmadığı ortadayken, bu konuda neden hâlâ somut bir adım atılmadığını sorgulamak zorundayız. Anadolu'daki susturulma geleneği ve ağır kültürel normlarla mücadele edilmediği ve aileler bu konuda yeterince bilinçlendirilmediği sürece, bu tür acı olayların önüne geçemeyiz. Eğer her ailenin bir psikoloğa erişimi olsaydı, Narin'e zarar verildiği anda anne veya aileden birileri duruma müdahale edebilir miydi?
Bu tür trajedilerin önüne geçmek, ailelerin bilinçlendirilmesi, desteklenmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesiyle mümkündür. Bu sorumluluk ÜLKECE hepimizin omuzlarında. Özellikle de SİYASAL iktidarın omuzlarındadır. Hatırlamak ve unutmamak gerekir ki Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi, susturulmaya mahkûm edilen kadınlar ve kız çocuklarının yaşamını tehlikeye attığını bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu. Narin gibi hayatını kaybedenlerin vebali, bu kararın sorumluluğunu taşıyanların omuzlarındadır. Kadınların güvenliğini sağlamayan bir toplumda bu vebalin hesabı verilebilir mi?