Haberler

Sosyal Medyanın Yıkıcı Yargısı: Tanrısal Narsisizm

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
26.12.2024 12:50

Sosyal medya, çağımızın en güçlü araçlarından biri haline geldi. İnsanlar, birbirlerinin hayatlarını yorumlama, yargılama ve hatta hüküm verme yetkisine sahipmiş gibi hareket ediyorlar. Ancak, dijital dünyada yargının "tanrı"lıkla özdeşleşmesi, toplumsal vicdanı sarsan trajedilere yol açabiliyor. İzmir Torbalı'daki Umut Kardeş'in yaşadığı trajedi, bu tehlikeyi gözler önüne seren bir örnek.

Bir baba, çocuğunun tedavisi için büyük bir mücadele veriyor; ancak sosyal medyanın keskin yargıları altında, yalnızca görüntüler üzerinden acımasızca eleştiriliyor. Birkaç gece kulübü görüntüsü, toplumun vicdanını harekete geçirmek yerine, sert bir yargı ve infaz sürecine dönüştü. Kardeş'in "çocuğunun tedavisini eğlenceye harcadığı" suçlamaları, bir insanın psikolojik sınırlarını nasıl eritebilir? Toplumun gözünde, bir babanın çaresizliği değil, sadece eğlencesi ön plana çıktı.

Peki, sosyal medya kullanıcılarının bu kadar kesin yargılarla hareket etme hakkı var mı? Bir insanın içsel dünyası, yalnızca görüntülerle anlaşılabilir mi? Sosyal medyanın anonim ortamı, kullanıcılara "tanrısal" bir gücün verdiği yanılsamayı sunuyor. Kimse, birinin yaşamını görsel kesitlerle yargılamanın ne kadar yanlış olduğunu sorgulamıyor. İnsanlar, "doğru" ve "yanlış"ı sadece kendi algılarından çıkarak tanımlıyorlar; empati ve duygu ise bu tartışmanın dışında bırakılıyor.

Sosyal medyanın yıkıcı gücü, herkesin kendini bir hakem, bir yargıç gibi görmesine yol açtı. Ancak, hakikat her zaman net bir çizgide çizilemez. İnsanların ruh hali, acıları ve yalnızlıkları çok daha karmaşıktır. Sosyal medyada yapılan her yorum ve paylaşımla, bir insanın içsel çatışmaları göz ardı edilebiliyor. Bir babanın yaşadığı bu acı gerçekliğin dışında, sadece "eğlencede kaybolmuş" bir görüntü var. Ancak bu görüntü, tüm hikâyeyi anlatmıyor.

İnsanlar, ekranlardan gördükleriyle bir kişinin hayatını yargılama hakkına sahip olduklarını düşünüyorlar. Ancak, empati, gözlemlerimizin ötesinde bir anlayış gerektirir. Bu empati eksikliği, dijital dünyada bir mahkemeyi de geçebilir ve suçlanan kişinin yaşamına son vermesiyle sonuçlanabilir. Bir insanın içsel dünyasına dair en ufak bir bilgiye sahip olmadan yapılan her eleştiri, bazen ölümcül bir sonuca yol açabilir.

Sosyal medya, adaletin yerini yargıya bırakıyor ve vicdanı unutuyor. Kimse, bir insanın ruhsal durumunu, yalnızlığını ve içsel çöküşünü anlamaya çalışmıyor. Bunun yerine, her yorum ve paylaşım, "tanrısal" bir yargıya dönüşüyor. Oysaki, sosyal medya kitlesindeki "tanrılaşma narsizmi", sadece daha büyük bir tahribat yaratıyor. İnsanlar, başkalarının hayatını "tanrı gibi yargılama gücünü kendilerinde buluyorlar, ama empati, anlayış ve insanlık dışı bırakılıyor. Bu trajedi, sadece bir insanın intiharına yol açtı. Ama aslında, tüm toplumun sorumluluğunu da gözler önüne serdi. Bir insanın içsel çatışmalarına ve duygusal karmaşasına karşı duyarsız kalan bir toplum, aslında kendi vicdanını kaybetmiş demektir. Sosyal medyanın yıkıcı yargıları, sadece bir kişinin hayatını değil, tüm toplumu etkileyebilecek bir güce sahiptir.

title