Haberler

Vasatlığın İktidari

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci& Psikolog& SinemaTv Uzmanı
01.01.2025 04:51

Bir düşünün, yeni bir virüs dünyaya yayılmış gibi: karşı konulamaz bir vasatsızlık dalgası. Herkesin parlak fikirlerini, yaratıcı yeteneklerini, büyüleyici hikâyelerini bir kenara bırakıp sıradanlığa teslim olduğunu hayal edin. Artık komik olmaya çalışmanın, karizma göstermenin, bir konuda ustalık sergilemenin bir anlamı yok. Çünkü ne puan kazandırıyor ne şaşırtıyor ne de etkiliyor. Sıradanlık, tüm bunların önüne geçmiş durumda.

Ama bu yeni bir distopya mı, yoksa zaten farkında olmadan içinde yaşadığımız bir gerçek mi? Laurence J. Peter, 1960'larda bu durumu çok güzel bir şekilde özetlemişti Türkçeye de edite edilen eserinde: "Zamanla her iş, yükümlülüklerini yerine getiremeyen biri tarafından doldurulur," diyordu. Yani insanlar, becerilerinin zirvesine ulaştıklarında terfi ettirilirler, ama bir noktadan sonra kendilerini yetersiz hissettikleri bir pozisyonda bulurlar. Buna da "Peter İlkesi" deniyor.

Peki, bu "Peter İlkesi" bir kader mi? Hayır, tabii ki değil! Vasatlığa teslim olmak yerine onunla mücadele edebiliriz. Nasıl mı? Öncelikle, insanların yeteneklerine uygun pozisyonlarda çalışması lazım. Ve en önemlisi, vasatlığı ödüllendirmek yerine ustalığı, kaliteyi ve yaratıcı düşünceyi teşvik etmeliyiz. Evet, "Vasatlığın İktidarı" kulağa korkutucu geliyor değil mi?

Elbette, vasatlığın dünyaya hükmettiğini görmek için uzaklara bakmaya gerek yok. Medyada ve sosyal medyada sürekli gündem olanlar yeterli. Başka bir açıdan düşünürsek, bir yanda Donald Trump'ın ABD başkanlığı, diğer yanda Kuzey Kore lideri Kim Jong-un… Politikadan medyaya, ekonomiden kültüre kadar her alanda vasatlık sahneyi ele geçirmiş durumda. Alain Deneault'nun "Vasatlığın İktidarı" eserinde bu fenomen öyle güzel analiz edilmiş ki, okurken hem hayran kalıyor hem de dehşete düşüyorsunuz.

Deneault, vasatların iktidarı nasıl ele geçirdiğini anlatırken çarpıcı bir gerçek sunuyor: Bugünün dünyasında insanlar, yalnızca konumlarını korumak için kurallara sorgusuz sualsiz uymayı ya da bu kuralların etrafından sinsi bir şekilde dolaşmayı tercih ediyor. Dürüstlük, özgünlük, hatta cesaret gibi değerler artık yönetim katmanlarında pek de rağbet görmüyor. Üstelik bu durum yalnızca siyasette değil; akademi, hukuk, ekonomi, medya ve kültür gibi her alana sirayet etmiş. Vasatlığın bulaşmadığı tek bir köşe bile yok.

Deneault'nun belirttiği gibi, bu durum Platon'un aristokrasi idealinin tam tersi bir manzara sunuyor. En iyilerin yönetimi yerine, sıradanlık ve itaat prim yapıyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, ilerlemenin yolu artık eleştiriye kapalı, özgün olmaktan uzak ve mevcut statükoyu onaylayan argümanlardan geçiyor.Ekonomik açıdan ise Deneault, paranın nasıl bizi yoldan çıkardığını, zihnimizi körelttiğini ve bizi dünyanın çeşitliliğine dair duyusal farkındalığımızı kaybettiren bir girdaba sürüklediğini hatırlatıyor. Para, yalnızca ekonomik sistemimizi değil, aynı zamanda insanlığımızı da derinden etkiliyor.

Deneault'un Vasatlığın İktidarı eserinde ortaya koyduğu gibi, "vasat" kelimesi Latince "ortalama" anlamına gelen vasat sözcüğünden türetilmiştir. Bu etimolojik köken, sıradanlık kavramını yeniden gözden geçirmemize olanak tanır, çünkü Deneault, aslında "ortalama" teriminin kendisinin var olmadığını belirtir. Sıradanlık, genellikle kabul edilen bir standart, bir ölçüt etrafında şekillenir, fakat bu ortalama kalma durumunun ötesinde, vasatlık, toplumun belirlediği beklentilere ve normlara uygun olma halini ifade eder.

Deneault'un önerdiği görüşe göre, "vasatlık", etimolojik açıdan "kratos" yani güç kavramıyla birleşir. Bu bağlamda, vasatlık, toplumsal olarak kabul gören normlara ve beklentilere uyan bireylerin sahip olduğu iktidar ile ilişkilidir. Ve bu, "ortalama" olma sürecini dayatan bir sistemin oluşmasına yol açar. Kısacası, vasatlık, kolektif bir bilinç ve eylem aracılığıyla "ortalama yeterlilik" anlayışının egemen olduğu bir düzeni karakterize eder. Bu düzen, düşünsel çeşitliliği kabul etmeyen ve homojenleşmeye yönelen bir kültür yaratır. "Ortalama" yönündeki üstü kapalı emirler, çoğu zaman gizliden gizliye entegre edilerek, bireyleri bu ortalama düzeyde tutmayı amaçlar. Vasatlık, aynı zamanda bilinçli bir arzu ve strateji olmaktan çok, genellikle mevcut statükoyu sürdürmeye yönelik pasif bir kolektif dinamiğin sonucudur. Bu noktada Deneault, vasat olmanın, düşünsel ve ahlaki değerlerden feragat etmeyi içerdiğini söyler. Vasat olmak, entelektüel ve ahlaki mizacını övdüğü güçlere tatmin etmek adına kendi ilkelerinden vazgeçmektir. Başka bir deyişle, vasatlık "oyunu oynamayı" kabul etmek anlamına gelir ki bu da, dayatılan formatlara, ideolojilere ve normlara boyun eğmektir.

Deneault, kurumların iflası ve dünyanın çözülmemiş sorunlarının, sistemin ve yönetiminin sınırlarını açıkça ortaya koyduğunu vurgular. Ona göre, vasatlık sıkça eleştirilen bir kavramdır, çünkü kanıt ve destek eksikliği nedeniyle bu eleştiriler anlam kazanmaz. Ancak, Deneault'a göre, gerçekler bizim deneyimlerimizde, ebeveynlerimizin, arkadaşlarımızın, çocuklarımızın ve kendimizin günlük yaşamında apaçık bir şekilde mevcuttur. Bu nedenle, veriye dayalı analizler yapmaya gerek yoktur. Bizler, sistemin rahatsızlığının kolektif bir kanıtıyız.

Deneault, sayıları giderek artan sivil toplum kuruluşları, toplumsal mücadeleler, dışlamalar ve şiddetlerin, siyasiler ve şirketlerin iktidarlarını kötüye kullanmalarından kaynaklandığını belirtir. Her şeyin geçici olduğu ve sürekli yeniden inşa edilmesi gereken bir vasat egemenlik düzeni kurulduğu için, toplumsal yaşamda herkes minimumda bir yaşam standardına mahkum edilmiştir. Bu "ortalamanın" üzerinde yükselmek isteyen bireyler, daha fazla destek ve yardım almak yerine, sadece temel ihtiyaçlar düzeyinde bir yaşamla yetinmek zorunda kalır.

Bu egemenlik modeli, toplumu parçalamak, grupları kırmak, bireyleri yalnızlaştırmak ve onları tüketime bağımlı hale getirmek için tasarlanmıştır. Bu süreçte, kültürün ve toplumun dokusu yıkılır, bireyler yalnızlaştırılır ve bağımsızlıkları kırılır. Çok uluslu şirketler, yoksulluğu daha da derinleştiren bir sistemin parçası olarak, sadece insanların başkalarının sahip olduklarına sahip olamamalarını değil, aynı zamanda onların yaşamlarını daha da zorlaştıran bir model oluştururlar. Bu durum, kapitalist ülkelerde dahi yoksulluğun gözlemlenmesiyle kendini gösterir. Bu yoksulluk, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında genellikle daha az görünür olsa da, aslında benzer bir yapıyı barındırır.

Deneault, bireylerin yetkinliğine hakaret etmeyi amaçlamaz. Aksine, onun eleştirdiği şey, bilginin yanlış ve anlamsız amaçlarla kullanılmasından başka bir şey değildir. Örneğin, eskimesi planlanmış bir ürün için yıllar süren mühendislik çalışmaları yapmak, her anlamda saçmadır. İnsanlara, sadece "daha kötüsünü" yapabilmek için kendilerini geliştirmelerini istemek, bir başarı olarak sunulur. Fakat bu tür bir başarı, toplum tarafından takdir edilmez; bugün insanlar, yaptıkları işlerde ortalama ve vasat hale getirilirler.

Deneault'un söylemek istediği, geçmişte az bilgiyle bile sağlam ve kalıcı nesneler üretebilirken, günümüzde tam tersine, daha zayıf ve geçici ürünler üretiyor olmamızdır. Hammaddelerin tükenmesi ve satın alma gücünün artmasıyla, kalıcı şeyler yapma ihtiyacı artık daha büyük bir aciliyet taşımaktadır. Ancak, toplumun çoğu bu gerçeği biliyor olsa da, güvencesizlik ve eşitsizliğin yarattığı ortamı değiştirmek yerine, bu durumu kabul etmek daha kolay hale gelir. Bu, aslında aptalca bir durumdur.

Bireyler olağanüstü potansiyellere sahiptir; ancak bu potansiyeli, politikacılara ve çokuluslu şirketlere satmaktadırlar. Çoğu zaman, hayır demeyi bilmezler, kendilerini köleleştirir ve basit bir şekilde bu sistemin parçası olurlar. Deneault'un eleştirdiği bu vasatlık, sıradanlığın yükselişi karşısında direnç göstermeyen ve toplumsal yapıyı sorgulamayan bir durumu işaret eder. Eleştirel düşünmeyi sevmediğini, çünkü bu düşünmenin aslında mevcut düzeni sorgulayan bir süreç olduğunu bilir. Yine de, pratikte mevcut olan ustaca temelleri sorgulamak, gerçek değişimi sağlayacak bir adım olacaktır.

Bireylerin ellerinde olağanüstü beceriler olsa da, bu beceriler genellikle takdir edilmez. Çünkü toplumsal yapıda, sorgulanan iş değil, sadece nesnel yargıya dayalı bir bakış açısının savunulması önemlidir. Deneault'un anlatmaya çalıştığı bu, sisteme dair sağlıklı bir eleştiri yapma ve onu geliştirme ihtiyacıdır.

title