Orhan Baba doğru söylüyor
İzzet Doğan
Ferdi Tayfur'un ölümü nedeni ile önce Arabesk müzik ve Türk Sanat Müziğine konan yasak tartışması yeniden alevlendi. Arabesk müzik bir kesim tarafından kırsaldan kente göç eden çözüm üretemeyen, mevcut düzeni kabullenmiş, sürekli yakınan yığınların isyanının ve acılarının sesi olarak görülmektedir.
Lise ve üniversite yıllarımda kitap ve daha sonra, mesleğimde dosya okurken mutlaka müzik dinleyerek çalışırdım. Kafa karışıklığı olmasın diye de sözsüz müzik (enstrümantal müzik) ya da klasik müzik dinlemeyi seçerdim.
Özellikle üniversite yıllarında çok güç koşullarım oldu. Fakat doğrusunu söylemek gerekirse arabesk müziği genel olarak benimseyemedim. Müslüm Gürses'i bile yaşamını anlatan filmde tanımaya anlamaya çalıştım. Sarıyer'de görev gereği Ferdi Tayfur'un evinde kabaran parkeleri nedeniyle keşif yapmıştım.
Ferdi Tayfur'un cenazesinde arabesk müzik tartışmasıyla ilgili konuşan Orhan Gencebayşunları söyledi:
"Biliyor musunuz ki 1930'larda Türk Sanat Müziği denen müziğe Bizans artığı deyip bırakmışlar, biliyor musunuz? 1930'larda Türkiye'de Türk radyosunda, Türk müziği yasaklanıyor. Ama orada beni yönlendiren en büyük insan, süper bir insan var. Beni yönlendiren odur. Mustafa Kemal Atatürk'üm, Mustafa Kemal Atatürk'ümüz. 1933 yılında bir Amerikalı gazeteci ona soruyor. Ne zaman batılı olacaksınız diyor. Atatürk'ün verdiği cevap: Türkiye maymun bir ülke değildir. Hiçbir ülkeyi taklit edemez. Türkiye yerli ve milli değerleriyle, kendi değerleriyle muassır devletlerin ötesine çıkacak. Bakar mısınız Atamıza, en doğru olanı söyleyen o."
Bu açıklama için Melih Altınok 2/01/2025 günlü Sabah Gazetesindeki köşesinde "Hiçbir şey anlamadık Orhan Baba" başlıklı bir yazı yazdı ve Gencebay'ın açıklaması için;
"Neresini düzeltsek..." diye sorarak
"... Atatürk'ün bir alaturka musiki konserinden sonra söylediği "Burada icra edilen musiki, yüz ağartıcı olmaktan uzaktır" sözleri üzerine 1926'da uygulamaya konuldu.
İstanbul Valisi olan Muhittin Üstündağ'ın "Musiki ilga edilmiştir" a! Resmî müesseselerde alaturka musiki ilga edildi, artık bu musikiden tarih derslerinde bahsolunacaktır" başlıklarıyla duyuruldu.
Yukarıda verdiğim bilgilerin kaynağı Murat Bardakçı şunları söylüyor:
"İlk Alaturka Musiki yasağı, işte böyle konmuş ve yasak tam 50 sene boyunca, Süleyman Demirel'in meşhur Milliyetçi Cephe hükümetinin İstanbul'da 1976'da bir Türk Müziği Konservatuvarı açmasına kadar titizlikle uygulanmıştır." sözlerini anımsatmıştır.
Melih Altınok 8/01-2025 günlü aynı gazetedeki köşesinde bu kez"Orhan Babanın cevabı" başlıklı yazısında; "Bu kez yazı üzerine Orhan Bey'le uzun bir telefon konuşması yaptık. Sözlerinin arkasında olduğunu, Türk müziğini yasaklayanın Atatürkbürokratlar, entelektüeller olduğunu söyledi." diye yazıyor.
Altınok "Eğer değilse bile Atatürk'e rağmen böyle bir yasağın uygulanması mümkün mü?" diye sorunca da Gencebay;
"Mümkün. Bu yasağı Atatürk'e rağmen getiren bir ekiptir. Mesela Ziya Gökalp. Bu yasak onun yoğun çabalarıyla çıkmıştır" diye cevap verdi.
Gencebay, "Radyoda Türk müziği çalınması yasağını kaldıran Atatürk'tür" diye de ekledi.
Altınok'a göre Orhan Bey'in bahsettiği olayı Murat Bardakçı şöyle anlatıyor:
"1934 yılında Atatürk'ün Meclis'i açış konuşmasında musikiden bahsetmesinden hemen sonra yasak gelir, sekiz ay devam eder ve bu müddet zarfında radyolarda alaturkanın icrası yasaklanır. Ancak bu yasak resmi şekilde değil, bir bakanın sözlü talimatıyla konmuş ve daha sonra bizzat Atatürk'ün emriyle kaldırılmıştır."
Altınok; Gencebay'ın,Murat Bardakçı'ya da itirazı olduğunu söylüyor:
"Atatürk orada alaturka müziği değil kötü icrayı eleştirmiştir. Kusura bakmayın ama bu işi bilmeyenler konuşmasın. Bardakçı da her şeyi bilemez. Örneğin, Murat 'Sazı 17. asırda İranlılar buldu' diyordu. Kendisine 4000 yıl önce Hititlerin saz çaldığının delillerini gösterdim, çok şaşırdı."
ben konunun uzmanı değilim. Fakat yaptığım araştırmalar Orhan Gencebay'ı doğruluyor.
Bu konuda Vasfi Rıza Zobu şunları anlatmıştır:
"Asırlardan beri, nesilden nesille gelip, İstanbul'da en üstün şeklini alan Türk musikisini kökünden inkâr yarışına gidilmiş, bu gürültünün patladığı günden beri ATATÜRK, sofralarından Türk musikisi kaldırılmıştı. Ne kendi söylüyor ne de başkasına okuması için teklifte bulunuyordu. Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, bir gün zamanın İstanbul valisi Muhittin Üstündağ'dan bir haber geldi: "Bu akşamki trenle Ankara'ya hareket etsin, köşkten çağrılıyor, diye. Ertesi sabah Ankara'da idim. İndiğim otelden geldiğimi köşke bildirdim. Akşama doğruydu, bir delikanlı otele gelip: "Buyurun sizi çiftlik köşküne götürmek için emir aldım" dedi.
Köşke geldiğimiz zaman, kendilerini (ATATÜRK'ü) ayakta, etrafında devlet erkânında bazıları ve birkaç generalle ehemmiyetli bir bahis üzerinde konuşur buldum. Elini öpüp: (sefa geldin) iltifatlarını aldım.
Akşam oldu, yemek zamanı geldi. Sofra başında saatler bir hayli ilerliyordu. Kendileri hiç neşeli görünmüyordu. Ekseriye bu sofrada bulunmamız, rahmetli Hâzım ile olurdu. O olsa da olmasa da ATATÜRK ikimizle de şakalaşmayı severdi. Fakat bu gece böyle bir şey yapmaya hiç niyetli görünmüyordu.
Gece yarısını bir hayli geçtik. Beklenmedik bir anda, onun sesinden ismimi işitim, toparlandım "Buyurun efendim", dedim.
- Hatırlarsanız, bir piyesin başlangıcında, daha perde açılmadan, bir şarkı söylerdiniz, neydi o piyesin adı?
- Hatırladım efendim, Molyer'den küçük Kemal'in adapte ettiği Mürâi komedisi.
- Güzel bir eserdi o.
- Evet efendim, muvaffak bir adaptasyondu.
- Hayır piyes için söylemiyorum. Vaka o da güzeldi ama, ben o bestenin güzelliğini söylemek istiyorum.
Ne yalan söyleyeyim, ürktüm. İlk defa bir suale cevap vermekte mütereddit kaldım. Türk musikisinin aleyhinde olmasıyla zihnim o kadar dolmuştu ki, güzelliğini tasdik ederek:
"Evet" desem, ya ağzımı arıyorsa? Hayır desem, güzelliğini inkâr etsem, o zaman da dalkavukçu bir yalan olduğunu anlamamasına imkân yok.
- Hatırlayamadınız mı?
- Hatırladım efendim, Dellâlzâde İsmail Efendi'nin ısfahan... cümleyi tamamlayamadım.
- Hayır, bestesini soruyorum, hatırınızda değil mi, okuyamaz mısınız?
- Hatırında, okurum efendim.
Yalnız bana değil, şaşkınlık sofrada bulunanların hepsine birden gelmişti. Yaradan'a sığınıp, yerimde şöyle bir derlenip toparlandım, olanca aktörlüğümü takınıp, edasıyla, ahengiyle: "Aaah o güzel gözlerine hayran olayım" mısrası ile başlayan yörük semaiyi okumaya koyuldum ve kan-ter içinde bitirdim.
ATATÜRK'te hiçbir hareket görülmediğinden, herkes sanki suç işlemiş gibi önüne bakıyor, ne diyeceğini bekliyordu.
Bir müddet sonra:
- Ne yazık ki, benim sözlerimi yanlış anladılar, şu okunan ne güzel bir eser, ben zevkle dinledim, sizler de öyle. Ama bir Avrupalıya bu eseri, böyle okuyup da bir zevk vermeğe imkân var mı? Ben demek istedim ki bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini, onlara da dinletmek çaresi bulunsun, onların tekniği, onların ilmi ile, onların sazları, onların orkestraları ile, çaresi her ne ise. Biz de Türk musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim Türk'ün nağmelerini kaldırıp atalım, sadece garp milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendimize mal edelim, yalnız onları dinleyelim demedim, yanlış anladılar sözümü, ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lâfını edemez oldum.
Türk musikinin yasaklandığı ve radyolardan kaldırıldığı sırada, bir gece, Dolmabahçe Sarayı'nda, Yunus Nadi Bey, ATATÜRK'e ricada bulunur.
- Paşam, alaturka şarkılardan, Türkülerden bizi mahrum etmesinler, zevkimize, duygularımıza müdahale edildiğinden inciniyoruz, demiş.
ATATÜRK, şöyle cevap vermiştir:
- Ben de hoşlanıyorum, fakat inkılap yapan bir nesil, mahrumiyet ve fedakârlıklara katlanmak mecburiyetindedir. Ancak milli kültürümüze kıymet verilmelidir.
ATATÜRK'ün bu sözü de Türk musikisinin topyekûn yasaklanması, radyolardan kaldırılması demek olmadığını açıkça göstermektedir.
Daha önce de belirttiğim gibi ATATÜRK batıya yönelik, milli ve ileri bir Türk musikisi özlemini çekiyordu. O gece çiftlik köşkünde sayın Vasfi Rıza Zobu'ya okutarak gidermesi bunu açıkça göstermektedir.
Bir gün şöyle söyler:
- Nedir bu radyonun hâli? Hep ağlayan, inleyen şarkılar. Kaldırın şunları, bu milletin neşe ve sevinç hakkıdır.
ATATÜRK bunda, yerden göğe kadar haklıydı. Sabah sabah bir şarkıda tam onsekiz kere ah ve of çekilirse, bunu dinleyen kimse, yeni bir güne ve işine taze bir güç ve canlılıkla gidebilir mi?
Bir akşam da ATATÜRK cumhurbaşkanlığı saz heyetinden, sevdiği türkülerden "Manastırın ortasında var bir havuz" türküsünü istiyor.
Çocukluk ve gençlik arkadaşı Nuri Conker:
- İmam verir talkını, kendi yutar salkımı. Sen radyodan alaturkayı kaldırdın, kendin de çaldırma bakalım, diyor.
ATATÜRK'ün verdiği cevap şudur:
- Şimdi biz burada rakı içiyoruz diye, devletin her köyde meyhane açması câiz mi? biz fena yetiştirilme ve ihmaller neticesi buna alışmışız, kendimizi kurtarmayabiliriz, fakat gelecek nesillere, kendi fena itiyatlarımızı (alışkanlıklarımızı) aşılamaya hakkımız yok. Nasıl, farzıma hal halk alışmıştır diye esrar tekkeleri açamazsak, devlet radyolarında da ağlayan inleyen nağmeler yayamayız.
Kaynak : T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı sayfası. Türk Musikisinin Yasaklanması başlıklı yazı