Haberler

Huzursuzluk

Özlem Koç

Özlem Koç

Yazar / Fotoğrafçı
26.07.2022 12:38

Küçücük bir çocukken tüm okulu huzur evine geziye götürmüşlerdi. Neyle karşılaşacağıma dair en ufak bir fikrim olmasa da; elleri titreyen ve çok yaşlı olduğu için yemeğini döke saça yiyen, gelini ve oğlu tarafından bir tahta çanakta yemeğini yemesi istenen dedenin hikayesi vardı aklımda. Hani torunu da bir tahtadan çanak oymaya başladığında annesi ve babasının sorusuna "siz yaşlanınca yemeğinizi kırıp dökmeden yiyebilesiniz diye size yapıyorum" diyen bir çocuk vardı. "Tahta çanak"

Huzur evinin bahçe kapısından girerken karşılaştığım görüntü hiç hazırlıklı olmadığım anda sarstı beni. Cenaze arabası! Derken içeriden bir tabut çıkarıp araca yerleştirdiler. Yanlış zamanda oradaydık. Belki de en doğru zamandı kim bilir, hayata dair en büyük gerçekle o an tanışmıştım. İçeri girdiğimizde büyük bir panoda o kadar güzel resimler asılıydı ki, tüm huzur evi sakinlerinin en neşeli, en mutlu, eğlence dolu, tertemiz kareleri vardı ve binanın girişi lüks bir otel lobisi gibi büyüleyiciydi bir çocuk için. O kadar da kötü değildi aslında huzur evi ben bile kalabilirdim. Henüz ölmüş olan, araca taşınan kişi de çok çok yaşlı olmalıydı. Lobideki küçük süs havuzu çok şirindi. Yeşil bahçeden içeri uzanan saksılardaki çiçekler göz boyamaymış. Üst katlara çıktıkca artan kötü koku ve buğulu loş koridorlar içimi daraltmıştı. Yirmi beş yaşlarında, pazen etekli yazmalı bir kadın balkondaydı. Konuşmaları çok anlaşılmasa da oraya terk edildiğini anlamıştık. Tek yatak olan boğucu bir odaya girdiğimizde arkadaşım da ben de biraz ürkmüştük. Çok çok yaşlı ve bir deri bir kemik kalmış olan dedenin yaşadığına dair herhangi belirti yoktu. Elini tuttuğumda buz gibiydi. Küçücük çocuklar olarak ölüm hakkında bildiğimiz tek bulgu soğuk olmasıydı sanırım. Derken amca gözlerini açtı. Yaşıyor olmasına sevinsek mi üzülsek mi bilemedik. Amca altına yapmıştı ve göl içinde yatıyordu. Koskoca başkent Ankara' da, ki bu bizim için ulaşılamaz bir kriterdi yıllarca elektrik mühendisi olarak çalışıp emekli olmuş. Yanlış olmasın üç mü dört mü çocuğunun hepsini okutmuş meslek sahibi yapmış, evlendirmiş, hayatlarını tıkırına koymuş ve sonuç olarak onlar da hayırlı evlatlarmış ki kendi vücut atıklarının içinde ölüme terk etmişler dedeyi. Eminim üst katlara hiç çıkmadan, girişteki şaşalı görüntünün cazibesi ile arkalarına bile bakmadan kaçmışlardır, bir daha da uğramamışlar zaten.

Bir baba oğluna, sürekli, "Senden adam olmaz" dermiş ve oğlu vezir olmuş. "Tez babamı getirin! " diye emir vermiş. Makamında otururken babasını getirmişler. Ne ayağa kalkmak ne bir şey. Oturduğu yerden ayaktaki banasına böbürlenerek "Gördün mü bak, bana adam olamazsın diyordun vezir oldum" demiş. Babası da "Ben sana vezir olamazsın demedim ki adam olamazsın dedim. Babanı ayağına getirttin" demiş. Ben o gün o yaşlı amcanın yanında, annemi ve babamı asla huzur evine bırakmayacağıma, onlar beni nasıl sevgiyle yıllarca koruyup kolladıysa ben de onları ömrümüz yettiğince, sevgiyle saracağıma yemin ettim. Anne baba ne kadar kutsaldır. Çok babalar evlatlarına bağlar bağışlar da evlatları bir salkım üzüm vermekten hayıflanır. Kötü anne baba yoktur. En nihayetinde sadece dünyaya getirme görevlerini de yerine getirmiş olsalar, "Of" demeyiniz. Kimi karnında, kimi kalbinde büyütür evlatlarını. Hayat kimi ne hale getirmiş olursa olsun, siz onları çok sevdiğinizi söylemekten korkmayın. Sıkı sıkı sarılın.

Ömrünüz mucizelerle dolsun

title