Küresel ve bölgesel gelişmelerin Dünya'ya ve Türkiye'ye yansımaları+
Recep Durul
Milletler cemiyetinin kurulması
I.ve II. Dünya Savaşları küresel ölçekte tüm toplumlara kan, gözyaşı, acı ve felaket yanında bir arada olmanın ve işbirliğinin önemini de öğretti. I. Dünya Savaşı sonrasında, 1920 yılında İsviçre'nin Cenevre kentinde kurulan Milletler Cemiyeti (eski adıyla Cemiyet-i Akvam) günümüzdeki Birleşmiş Milletler'in temeli sayılacak önemli bir kuruluştur. Milletler Cemiyeti, I. Dünya Savaşı'nın ardından ülkeler arasındaki sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesi için aracı olma görevi üstlenen bir kuruluştu. Kararlarında daha çok İngiltere, Fransa ve ABD'nin sözünün geçmesi, ilerleyen yıllarda ABD'nin ayrılması ve II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi gibi nedenlerle cemiyet etkinliğini tamamen kaybetti.
Avrupa birliğinin doğuşu
Ancak Milletler Cemiyeti, tabiri yerindeyse bu tür oluşumların işaret fişeği niteliğindeydi. İlerleyen yıllarda, daha sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu ve nihayetinde Avrupa Birliği'ne dönüşecek olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Soğuk Savaş döneminde Batı Avrupa ülkelerinin ekonomik gelişmelerinde temel girdi olan kömür ve çeliğin tedarikinin güvence altına alınması; kömür ve çelik endüstrilerinin iyi yönetimi ile buradan ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklardan doğabilecek olası bir savaşın önüne geçilmesi için oluşturulan bir topluluktu. Bu haliyle Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun uluslar üstü prensiplere sahip ilk ekonomik örgüt olduğu söylenebilir. 1951 yılında topluluk Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg'un katılımı ile şekillenirken 1965 yılında Avrupa Toplulukları olarak isimini değiştirdi. 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılması, Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesi ve ardından 1991 yılında SSCB'nin dağılması ile dünya, çift kutuplu dünya düzeninden bir anda çıkmıştı. Artık küresel ekonomik ve siyasi ağırlık merkezi, o dönemin siyasi ve ekonomik yönden en güçlü ülkesi olan ABD'ye doğru kayması ile ABD liderliğinde tek kutuplu bir dünya düzenine doğru ilerleniyordu. Avrupa ülkeleri, II. Dünya Savaşı'nın yaralarını çoktan sarmış, Almanya birleşmiş, Fransa ve İngiltere de geçen yüzyıldaki kadar olmasa da toparlanmış durumdalardı. SSCB'nin tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte birliğe bağlı olup birer ikişer özgürlüğünü ilan eden Baltık ülkeleri başta olmak üzere eski Sovyet Bloku ülkelerini siyasi olarak kendisine bağlamak Avrupa Birliği (AB) için bölgesinde önemli bir güç alanı olmak adına ciddi bir adım olabilirdi. Bu bölgesel ve küresel ekonomik ve siyasi dönüşümler, Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun salt ekonomik değil, siyasi bir güç alanı olarak bölgesinde etkili olmasını sağlamak üzere Maastricht Anlaşması ile Avrupa Birliği olarak güncellendi. Bu nedenle Baltık ülkeleri, Polonya, Bulgaristan, Romanya gibi ülkeleri her ne kadar Maastricht kriterlerini sağlayacak ekonomik güce sahip olmasalar da AB bünyesine dahil edildi. Bu sayede, birliğin sınırları neredeyse Rusya Federasyonu'nun şimdiki sınırlarına kadar ulaştı.
Euro tedavüle giriyor
Siyasi olarak büyüyen haritasını ekonomik olarak da birlik haline getirmeye çalışan AB, ortak para birimi olan euroyu 2002 yılında tedavüle soktu. Fransız frangı, Alman markı, Hollanda güldeni gibi güçlü para birimlerinin euroya dönüşümlerinde yerel ekonomilerde büyük sorunlar yaşanmazken, Yunanistan gibi çevre ülkelerde parasal birlik uzun süre ciddi ekonomik problemlere yol açtı. AB'nin siyasi haritası büyürken birliğe dahil olan yeni ülkelerin görece zayıf ekonomileri nedeniyle birlikten aldıkları hibeler, krediler ve yardımlar, başta Almanya olmak üzere merkez ülkelerde yerel halklar tarafından hoş karşılanmadı. Merkez AB ülkelerindeki halklar, kendilerinden alınan vergilerin kendi ihtiyaçlarını gidermek yerine birliğe yeni dahil olan zayıf ekonomiye sahip çevre ülkelere aktarılmasından oldukça rahatsızdı.
Brexit oylaması ile İngiltere birlikten ayrıldı
İngiltere diğer birlik üyelerinden farklı olarak hiçbir zaman parasal birliğe dahil olmadan pound kullanmaya devam etti; tüm AB üyeliği boyunca tabiri yerindeyse her zaman bir ayağı dışarda her an ayrılmaya hazırdı. 2020 yılında yapılan Brexit oylaması ile birlikten ayrıldı. Bugün geldiğimiz noktada AB, ABD'ye karşı en azından coğrafi olarak etkin olduğu bölgede güç alanı oluşturmak istemesine rağmen arzu ettiği seviyede başarılı olamadı. Doğuda yükselen Çin ve diğer gelişmekte olan piyasalar, 20. Yüzyıla kadar küresel ölçekte devam eden Avrupa emperyalizmi, sömürgeciliği ve dominasyonunun 21. Yüzyıla taşınamayacağını gösteriyordu.
AB, her ne kadar resmi bir dille kabul edilmese de Hristiyan bir topluluktur ve Batı ve Doğu Avrupa'da yerleşik olan ülkelerin meydana getirdikleri ekonomik ve siyasi birlikteliği temsil eder. Birlikte uygulanan ortak para politikası ve ayrık maliye politikası ile dünya üzerinde benzeri olmayan bir uygulama sürdürülmektedir. Maliye politikalarındaki ayrıklık, üye ülkelerin meşru kimliklerinin tamamen ortadan kaldırılmaması için tercih edilmiştir. Vergi toplama başta olmak üzere bu ülkelerin özerkliğini temsil eden bağımsız maliye politikası uygulama hakları tüm üye ülkelerde devam etmektedir.
Türkiye'nin AB serüveni
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren yüzü hep batıya dönük bir ülke oldu. İlk olarak ABD liderliğinde SSCB'ye karşı askeri bir güç alanı oluşturmak üzere kurulan NATO'ya (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) 1952 yılında üye oldu. 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun henüz yeni kurulduğu yıllarda topluluğa üye olmak için başvuruda bulundu. O dönemlerde Türkiye için önemli bir ticari partner olması ve gelişmiş batı ülkeleri ile işbirliği içinde olmak önemliydi. Ancak uzun yıllar boyunca Türkiye, topluluk kapısında bekletildi. Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde 1996 yılında Türkiye Gümrük Birliği'ne girdi. Türkiye Avrupa ile Gümrük Birliği'ne girdiği o yıllarda tüm gazeteler ve televizyonlarda adeta AB'ye girmişiz gibi bir hava estirildi. Bu propaganda muhtemelen Tansu Çiller'in yaklaşan seçimlerde kullanmak istediği bir enstrümandı. Biz de o yılların gençleri olarak artık istediğimiz gibi Avrupa'ya gidebileceğimizi ve orada çalışıp iş yapabileceğimizi sanıyorduk. Oysa sadece Gümrük Birliği'ne kabul edilmiştik. Türkiye Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı gümrük birliğini "taraflar arasındaki ticarette mevcut gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla, her türlü eş etkili tedbirin kaldırıldığı; birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik olarak ortak gümrük tarifesinin uygulandığı bir ekonomik entegrasyon" olarak tanımlamaktadır (https://ticaret.gov.tr/dis-iliskiler/avrupa-birligi/gumruk-birligi). Türkiye, 1996'dan bugüne AB ile imzaladığımız gümrük birliği anlaşması çerçevesinde AB ülkeleri en fazla uluslararası ticaret yaptığımız ülkeler konumuna gelmiştir. Özellikle Almanya, uzun yıllardır en büyük ticari partnerimiz durumundadır. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik konusunda uzun yıllar devam eden çabası bugüne kadar bir sonuç vermemiştir. Geçen süre içinde AB dışında yükselen piyasaların kendi içinde oluşturdukları alternatif kuruluşlar Türkiye için cazip olabilecek alternatifler sunmaktadır. Bunlardan en önemlisi son aylarda sıklıkla adı duyulan BRICS'tir.
BRICS gündeme geliyor
BRICS, 2009 yılında Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin tarafından kurulan bir işbirliği teşkilatıdır. 2011 yılında gruba Güney Afrika'nın dahil olmasıyla, ülkelerin İngilizce isimlerinin baş harfleri bir araya getirilerek grubun ismi ortaya çıkmıştır. Uzun yıllar önemli bir varlık göstermeyen BRICS grubu, Rusya'nın Ukrayna'ya savaş açmasının ardından yaşadığı ambargolar sonrası daha etkin bir görünüm almaya başlamıştır. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırması üzerine ABD liderliğinde batılı ülkelerin tamamı Rusya'ya karşı ağır finansal ambargolar uygulamaya başlamış, Rusya'yı SWIFT sisteminden dışarı atarak Rusya'nın varlıklarına el koyma yanında uluslararası ticaretini de kısıtlamaya çalışmıştır. Uzun yıllardır küresel finansal sistem üzerindeki ABD dominasyonu ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sorunlarından birisi olan uluslararası ticarette dolar kullanma zorunluluğu, bu ülkeler için alternatif çözüm yolları bulmayı gerekli kılmıştır. Gruba sonradan dahil olan enerji üreticisi İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Etiyopya gibi ülkelerle birlik içinde yaptıkları ticarette kendi yerel para birimleri kullanılması konusunda ortak karar almışlardır. Son yıllarda küresel tedarik zincirinin kalbini oluşturan Çin, teknoloji, imalat sanayi, elektrikli otomobil ve yenilenebilir enerji başta olmak üzere dünya lideri durumuna gelmiştir. Diğer birlik üyelerinin önemli doğal kaynak ihracatçısı ülkeler olması yanında Hindistan'ın küresel bilişim sektörünün en önemli oyuncusu olması, BRICS oluşumunu dünyanın en etkili birliklerinden birisi haline getirmiştir. AB'de lokomotif ülkeler Almanya ve Fransa idi. BRICS'de Çin'in ekonomik yönden, Rusya'nın siyasi ve askeri yönden etkin bir görünümde olacağı tahmin edilmektedir. Türkiye, NATO üyesi tek ülke olarak BRICS'e partner ülke olmuş ve bu ülkelerle ticari ilişkilerini güçlendirme yolunda politikalar geliştirmektedir.
G7 ülkeleri
Küresel ölçekte bu tür gruplaşmalar uzun yıllardır devam etmektedir. Örneğin G7 (Group of Seven) ülkeleri olarak bilinen dünyanın en gelişmiş 7 ülkesinden oluşan birlik, bu ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğinin güçlendirilmesi maksadıyla kurulmuştur. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya, İtalya ve Kanada'dan oluşan G7 ülkeleri küresel ekonomiye yön vermek ve en gelişmiş ülkeler olarak küresel politikaların dizaynına karar vermek üzere G7 grubunu oluşturmuşlardır.
G20 ülkeleri
G20 ülkeleri ise G7 grubunun geliştirilmiş halidir. Bu grup içinde dünya ekonomisindeki en etkili 20 ülke grubu oluşturmaktadır. G20 ülkeleri, Almanya, ABD, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye ve AB ülkelerinden oluşmaktadır.
D8 ülkeleri
1997 yılında dönemin başbakanı Necmettin Erbakan tarafından kurulan Gelişen 8 (Developing 8, D8) Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Teşkilatı da benzer amaçla kurulmuş bir birliktir. Birlikte Türkiye, Pakistan, Bangladeş, İran, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya bulunmaktadır. D8 grubu, üye ülkelerin küresel ekonomi içinde yerini güçlendirmek, uluslararası ticaret ilişkilerinde bu ülkelere yeni fırsatlar oluşturmak ve ticareti çeşitlendirmek, uluslararası düzeyde karar alma sürecine katılmak ve yaşam standardının güçlendirilmesi gibi gerekçelerle kurulmuştur. BRICS kadar etkin bir görünümü olmamakla birlikte üye ülkeler arasında ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi konusunda olumlu katkıları olduğu söylenebilir.
Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Kırgızistan, Tacikistan, Kazakistan ve Özbekistan'dan oluşan ve Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Sri Lanka, Kamboçya ve Nepal'in diyalog ortağı olduğu Şangay İşbirliği Örgütü de benzer nitelikte Uzak Asya ülkeleri arasında oluşturulmuş bir işbirliği teşkilatıdır.
Gelişen ve değişen ekonomik ve siyasi koşullar, ülkeleri bağımsız politikalar üretirken belli çıkarlar çerçevesinde gruplar içinde dahil olarak ortak hareket etmenin avantajlarını kullanmaya itmektedir. Türkiye, Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS, G20 gibi farklı ekonomik ve siyasi iş birliği ve örgütlere dahil olarak küresel ölçekte etki alanını geliştirmeye çalışmaktadır. Ancak AB'de Almanya ve Fransa, BRICS'de Çin ve Rusya, G20'de batılı ülkelerin etkili olduğu dikkate alındığında, bu tür oluşumlara dahil olurken ekonomik ve siyasi yönden güçlü bir ülke olmak önemlidir. Ekonomik ve siyasi yönden güçlü ülkeler, bu tür teşkilatlarda da başat rol oynayarak önce ulusal, sonra bölgesel çıkarlar konusunda söz sahibi olma avantajına sahiptirler. Türkiye de gelişen ekonomik ve siyasi gücüyle bu birliklerde daha etkin bir rol oynayacaktır.