Nüfus Kalkınma İlişkisi Üzerine Bir Değerlendirme

Recep Durul

Yaşı 50'leri geçmiş okuyucularımız hatırlayacaklardır; 80'li ve 90'lı yıllarda o dönemin güçlü iletişim kanalları olan radyo ve televizyonlarda nüfus planlamasının geri kalmışlıktan kurtulmak için önemini anlatan çeşitli kamu spotları yayınlanırdı. Özellikle bir tanesi zihnimden hiç çıkmadı: Kariyerinin başında beyaz yakalı bir hanımefendi ekrana sırtı dönük olarak görüntü akmaya başlar. Kamera yavaşça kadının yüzüne yaklaşır. Kadının donuk, pişman ve bezgin yüz ifadesi hemen dikkat çeker. Kamera yine yavaş yavaş aşağı kayar ve kadının kucağında kundaktaki bebeği görünür. Ana fikir kadının kariyerinin bebek sahibi olması nedeniyle bittiğidir. Türkiye'de bu propagandalarla on yıllar boyunca "nüfus planlaması" adı altında doğum hızının düşmesi amaçlanmıştır.
Uzun süre boyunca geri kalmışlığın ve işsizliğin tek ve en önemli sebebinin nüfusun yüksekliği gösterilmiştir. İlginçtir, Türkiye'ye nüfus planlaması konusunda ahkâm kesen batılı ülkeler, kendi yurttaşlarına tam tersi önerilerde bulunarak doğumu teşvik edici politikalar geliştirmişlerdir. Örneğin neredeyse bütün NORDIC ülkelerinde evlilik içi ya da evlilik dışı olmasına bakılmaksızın çocuk sahibi olmak teşvik edilmiş, doğum öncesinden doğum sürecine ve doğum sonrasında aileler finansal olarak önemli destekler sağlanarak daha fazla çocuk sahibi olmaları sağlanmaya çalışılmıştır.
Nüfus planlaması ne zamandan beri var?
Esasen nüfus planlaması konusu 1766-1834 yılları arasında yaşayan İngiliz ekonomist Thomas Malthus tarafından ortaya atılan ekonomik doktrindir. Sanayi devrimi yıllarında savaşların azalması, üretimin artması ile Avrupa'da nüfusta hızlı bir artış gözlenmiştir. Henüz tarım toplumu döneminin yaşandığı yıllarda nüfus artarken tarım alanlarının sabit ve sınırlı olduğu gerçeğinden yola çıkarak ilerleyen yıllarda bu nüfus artışı ile kıtlık ortaya çıkabileceği görüşü hâkim olmaya başlamıştır. Malthusyan teoriye göre, nüfus katlanarak artarken, nüfusu besleyen kaynaklar aritmetik oranla artış gösterecektir. Bu nedenle tarım alanlarını artırmak mümkün olmadığına göre nüfusu kontrol altına almak gerekir görüşü ortaya atılmıştır. Avrupalı bakış açısı ile nüfus kontrolünü Avrupa'da değil, Afrika ve Asya başta olmak üzere dünyanın geri kalanında uygulamayı tercih etmişlerdir. Oysa David Bloom ve Jeffrey Williamson, 1997 yılında Doğu Asya ülkeleri üzerine yaptıkları 1965-1990 dönemini kapsayan araştırmalarında, çalışma çağındaki nüfusun artışının GSMH üzerinde önemli düzeyde artışa yol açtığını ortaya koymuşlardır. Bu bulgular Gary Becker gibi Nobel ödüllü bilim insanları tarafından da desteklenmektedir.
Dünyada nüfus planlamasına bakış
Geçtiğimiz yüzyıllarda sömürgecilikleri ile tanınan batılı ülkeler kendi vatandaşlarına doğum teşviki verirken, sömürdükleri ülkelerde kadınları kısırlaştırarak nüfusu azaltma yoluna gitmişlerdir. 1940'lı yıllarda Hindistan'da kadınların rızası alınmadan İngiliz hükümeti tarafından uygulanan zorunlu kısırlaştırma politikası ile Danimarka'nın Grönland yerlilerinin nüfusunu azaltmak için 12 yaşında kız çocuklarının bile kısırlaştırılmasını kapsayan nüfus planlama politikaları yakın tarihin yüz karaları olarak tarihteki yerini almıştır. Uzun yıllar boyunca dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin'de nüfus planlaması uygulaması çerçevesinde tek çocuk politikası uygulanmıştır. Bu uygulama dolayısıyla Çinli aileler tek çocuk haklarını erkek çocuktan yana kullanarak kız çocuk hamileliklerini vahşice sonlandırmaktan, doğan kız bebekleri çöpe atmaya varan insanlık dramları yaşanmasına yol açmışlardır. Tek çocuk uygulaması sonucunda ülkede doğum oranlarında azalma beklenenden fazla olmuş ve bireyler evlenmek ve çocuk sahibi olmak yerine tek başına ve çocuksuz hayat yaşamayı kültür olarak benimsemeye başlamışlardır. Çin hükümeti tek çocuk uygulamasından vazgeçmiş olmasına karşın ülkede nüfus artış hızı bir türlü yükselmemiş ve Çin'i yakın vadede bekleyen en önemli sosyal sorunlar başında nüfusun yaşlanması gibi önemli ve kalıcı bir sorun ortaya çıkmıştır.
Kaliteli beşeri sermayenin önemi
Oysa nüfus konusu bilinenden çok daha önemli ve stratejik bir konudur. Her şeyden önce genç, sağlıklı, dinamik ve vasıflı nüfus ekonomik kalkınma için hayati öneme sahiptir. Üretimin temel girdilerinden olan işgücünün bol ve kaliteli olması, hem üretim miktarını hem de kalitesini önemli ölçüde artıracaktır. Artan üretim çıktının ve dolayısıyla reel ekonomik büyümenin de anahtarı konumundadır. Öte yandan, her daim sıklıkla ifade ettiğimiz yüksek teknoloji ve inovasyon konusunda da kaliteli beşeri sermaye önemli bir kaynaktır. Zira inovasyonu ve teknolojik bilgi ve yeniliği ancak kaliteli beşeri sermaye ile gerçekleştirmek mümkündür. Kaldı ki firma yönetimi açısından teknik bilgisi yeterli ve ahlaki değerleri yüksek bir çalışan her türlü teknolojik ekipmandan çok daha kıymetli bir kaynaktır.
Buna karşılık doğum oranı düşük ve yaşlanan nüfusa sahip ülkeler kısa ve orta vadede önemli sorunlarla karşılaşma riski taşırlar. Yıllarca çalışarak emekli yaşına gelmiş birey, devletten alacağı emekli maaşı yanında yaşlılığın getirdiği çeşitli hastalıklar ve bakım gerekleri dolayısıyla devlet üzerinde bir maliyet unsurudur. Bu durumda ileri yaşlı kişilerin maliyetleri muvazzaf konumundaki genç çalışanlar tarafından yüklenilir. Nüfus yaşlandıkça ve emeklilik ve sağlıkla ilgili maliyetler arttıkça genç çalışan başına yüklenmekle sorumlu olacağı yaşlı/emekli sayısı artacaktır.
Kaliteli beşeri sermaye yüksek doğurganlık değildir
Hemen ifade etmeliyim ki burada savunduğumuz konu ailelerin olabildiğince çok çocuk sahibi olması değildir. Öyle olsaydı doğurganlık oranı çok yüksek olan en az gelişmiş ülkeler çok daha müreffeh olurdu. Doğurganlık oranının yüksek olması ekonomik ve sosyal ilerleme için tek belirleyici değildir. Yüksek doğurganlıktan ziyade, doğumda ve doğum sonrası ilk üç yılda çocuk ölüm oranları, doğum öncesi ve doğum sonrası bakım, eğitime ulaşabilme, aşıya ve sağlık hizmetlerine etkin ulaşım, beslenme ve güvenlik gibi temel insani parametrelerde ilerleme kaydedilmesi önemlidir. Bu temel şartların sağlandığı ve yeterli ve kaliteli eğitimin alınmasıyla güçlenen beşeri sermaye, bir ekonominin en önemli dinamiğini oluşturmaktadır.
Doğru emeklilik planlaması
Sağlık, eğitim ve bakım konularında önemli ilerlemeler kaydetmelerine rağmen Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerde nüfusun yaşlanmasının önüne geçilememekte ve doğurganlık oranları bir türlü istenilen seviyeye çıkamamaktadır. Bu nedenle birçok Avrupa ülkesinde emeklilik yaşı ileri yaşlara taşınmıştır. Buna karşılık ülkemizde EYT gibi uygulamalarla erken emeklilik mümkün olabilmektedir. Bunun hem ekonomik hem de sosyal maliyetleri söz konusudur. Öncelikle henüz genç sayılabilecek yaşta, hatta belki mesleğinin en verimli yıllarında üretkenlikten ayrılmak ülke açısından makroekonomik olarak bir kayıptır. Birçok çalışan önünde uzun yıllar verimli ve sağlıklı çalışma imkanı olmasına rağmen iş gücünden ayrılarak emekli ücreti almaya başlaması ve hatta çalıştığı süreden fazla bir süre emekli olarak hayatını sürdürmesi ülke açısından önemli bir maliyet ortaya koyacaktır. Özellikle EYT konusunda kimi çevreler orta ve ileri yaşlıların emekli olması ile gençlere yeni çalışma alanları açılabileceğini savunmuşlardır. Ancak emekli maaşlarını yeterli görmeyen ya da henüz iş hayatından uzaklaşmaya kendini hazır hissetmeyen birçok emekli yeniden iş hayatına geri dönerek kaldığı yerden çalışmaya devam etmiştir.
Özetle iyi eğitimli, sağlıklı, yüksek vasıflara sahip genç nüfus bir ülke ekonomisinde kalkınmanın ve sürdürülebilir ekonomik ve sosyal hayatın en temel unsurudur. Kaliteli bir beşeri sermayenin oluşumu da on yıllar içerisinde oluşabilen ve uzun yıllara matuf sosyal politikalar gerektiren bir alandır. Bu kadar stratejik bir konuda devlet politikalarının çok akılcı ve uzun vadeli olması ülkelerin geleceği açısından hayati öneme sahiptir. Türkiye'nin de mevcut kaliteli ve genç beşeri sermayesini en etkin şekilde kullanıp, bu gençleri doğru şekilde istihdam ederek sağlıklı ve artan bir nüfus trendi yakalaması ülkemizin gelecek nesilleri için çok kıymetlidir.