Unutulmaz bir şarkının coverı ile karşınızda: Siren ve #banayalansöylediler

Yeşim Mutlu

Karlı bir İstanbul günü. Nişantaşı'nın kalabalık caddelerinde yağmurla karışık karın altında üşümüş, biraz da ıslanmış halde yürürken, zihnimde Siren'in "Bana Yalan Söylediler" cover'ı yankılanıyor. Grubun üyeleriyle buluşmaya zaman varken "Biraz erken gidip bekleyeyim," diye düşünmüştüm. Soğuk havanın etkisiyle zaman daha da ağır akıyor. Grup üyeleriyle bir araya geldiğimizde soğuğa inat, içimizi ısıtan bir sohbet başlıyor. Gülüşmelerimiz yankılanırken, yanımıza gelip giden kediler bile bu neşeye ortak oluyor. Siren'in sadece bir müzik grubu değil; dostluğun, zamanın ve anıların iç içe geçtiği bir hikâyeye sahip olduğunun onlar da farkında.
Vokalde Emre Köksal, gitarda Tunca İnebolu, bas gitarda Ata Demirtaş ve davulda Uygar Şenol… Çocukluklarından beri birbirlerinin hayatlarında iz bırakan bu dört arkadaş, zamanla müziğin etrafında kenetlenmiş. Akademik yolculukları farklı olsa da, buluştukları tek yer hep aynı: Müzik.
Ve şimdi, yıllar içinde biriken notalar ve sözler, dostlukla harmanlanarak yepyeni bir yolculuğa dönüşüyor. Unutulmaz bir şarkının cover'ıyla karşımda duran bu gençleri dinledikçe içim kıpır kıpır oluyor. Gelin, Siren'in melodileri arasında bu hikâyeye birlikte dalalım.
Siren'in müzik yolculuğu nasıl başladı? Ne zaman bir araya geldiniz?
Tunca: Bizim bu grubu kurarken de mottomuz şuydu. Biz müzik yapmak için bir araya gelmiş bir grup değiliz. Zaten birbirimizi tanıyan ve dost olan insanlardık. Biz bir araya geldik ve müzik yaptık. Siren; olimpiyat halkaları gibi iç içe geçmiş bir grup. Grubumuzun davulcusu Uygar ile grubumuzun basçısı Ata ilkokuldan arkadaşlar. Yani ilköğretim hayatı boyunca beraber olan iki üyemiz. Grubumuzun basçısı Ata ile ben (grubun gitaristi) lise yıllarından sınıf ve sıra arkadaşıyız. Ben ve Emre (grubun vokali) ile üniversite yıllarında ev arkadaşıyız.
Emre: Tunca hem kardeşim hem dostumdur.
Çok bilinmeyen denklem gibisiniz. (gülüşmeler) Bu sürecin başlangıç noktasına dönersek, Siren hangi yıl doğdu ve o dönemde nasıl bir yolculuk başladı?
Emre & Tunca: Siren'in hikayesi aslında çok daha eskiye dayanıyor. Yıllardır birlikte üretiyor, müzik yapıyoruz. Ama "Tamam, artık bunu profesyonel bir çatı altında yapalım" dediğimiz an 2022 yılı oldu. Siren'i kurarak profesyonel bir şekilde müzik yapmaya karar verdik. O yıl TMC ile bir araya gelip projelerimizi paylaştık, ardından resmi olarak yola çıktık. Ve işte, bugün dinlediğiniz şarkılar da böyle doğmuş oldu!
Dostluk, müzik ve eğlence… Aslında işin özeti tam da bu! Aranızdaki güçlü bağ ve samimiyet şarkılarınıza da yansıyor. Peki, tüm bunları bir araya getiren o isme nasıl karar verdiniz? "Siren" adı nereden çıktı?
Emre: Pandemi döneminde birlikte müzik yapıyorduk ve sahneler kapandı. Bu zorlu dönemde Siren ismi ortaya çıktı. Birincisi, uyarı manasına gelen Siren; diğeri ise Yunan mitolojisindeki Sirenler'e atıfta bulunuyor. Müziklerimizle insanları etkilemek, hissettiklerimizi onlara aktarabilmek istedik. Fakat şiddet içermeyen bir etki, daha sanatsal bir yolla… Bu isim hem uyarıcı bir anlam taşıyor, hem de bizi ifade eden derin bir mitolojik çağrışım yapıyor.
Tunca : Hem akılda kalıcı hem de güçlü bir isim olsun istedik. Duman, Manga, Athena gibi güçlü tek kelimelik grupları örnek aldık. Bu yüzden tek kelimelik, vurucu bir isim tercih ettik.
Uygar: Bu ismin ilginç bir tesadüfle denk geldiği bir durum var. Ben grubun ikinci davulcusuyum ve geçen sene ekibe katıldım. Ata'yı tanıyordum, grubun da farkındaydım ama o dönem "Siren" isminin özel anlamını pek bilmiyordum. İşin ilginç yanı, Siren'e katılmadan çok önce gidip kendime bir siren dövmesi yaptırmıştım. Sonrasında bu bağlantıyı fark edince gerçekten şaşırdım ve kendi kendime, "Demek ki bu işin bir anlamı varmış!"
Şaka mı?
Uygar: Gruba en son katılan üye benim ama benim siren dövmem var.
Gerçekten de kader sizi bir araya getirmiş gibi görünüyor ve ortaya harika bir grup çıkmış! Peki, hepinizin müzikle olan yolculuğu çocuklukta mı başladı? Genelde böyle olur ya, "Ben küçüklükten beri müzikle iç içeyim" denir. Sizin hikâyeniz de öyle mi, yoksa herkesin yolu farklı mı kesişti?
Siren: Evet. Çok benzer. Çok benzer hikayeler.
Emre: Ailemde müzisyenler vardı, küçük yaşlardan itibaren şarkı söylemeye başladım. Ancak gerçek anlamda müziği ciddiye almam ilkokul ve ortaokulda oldu. Gitar kursuna katıldım, ama çok fazla bir şey öğrenemedim. Yine de pes etmedim, kulaktan öğrenmeye devam ettim. Üniversite yıllarında sokak müzisyenliği yaptım ve sonra Tunca ile tanışarak bu işi daha profesyonel bir hale getirmek istedik.
Tunca senin müzik yolculuğun babanın TRT radyo şefi olmasıyla şekillenmiş. Müzik eğitimin var mı?
Tunca: Aslında konservatuar değil, hukuk mezunuyum, avukatım. Ama küçük yaşlardan itibaren müziğe olan ilgim nedeniyle birçok konservatuar hocasıyla çalışma fırsatım oldu. Kendimi, alaylı bir şekilde ama kaliteli eğitimlerle geliştirdim.
Babamın da çok etkisi oldu; eski bir TRT radyo şefi. 70'lerde radyonun zirveye ulaştığı dönemde çalışmış. Ben de çocukken enstrümanlarla ilgilenmeye başladım. İlk olarak bateriye merak saldım, sonra annemin yönlendirmesiyle gitarla tanıştım. Gitar çaldıkça, zor zamanlarımda bana gerçekten iyi geldiğini fark ettim.
Unkapanı'nda büyüdüm ve orada çok değerli hocalarla çalıştım. Lise yıllarında katıldığım Vodafone Freezone yarışmasında 6-7 bin kişiye çaldım, bu deneyim bana müzikle devam etme kararı verdirdi. Artık geri dönüş yoktu!
Ne güzel. Uygar senin durumun nasıl?
Uygar: Benim müzikle tanışmam aslında bir nevi ailevi bir miras. Babam Mimar Sinan Operası'ndan çıkma. Abim de Avusturya'da fagot çalıyor. Klasik müzik dünyasının içindeydim. Ama ben tam aksine müzisyen olmak istemedim. Ailemdeki herkes başarılı bir şekilde hedeflerine ulaşırken, ben farklı bir yol izlemeyi düşündüm. Çocukken bunu fark etmiyorsun ama bilinçaltı seni o yola yönlendiriyor.
Sporla daha çok ilgilendim ama her zaman müzikle iç içeydim. Sürekli stüdyolara götürülüyordum. İlk kez davulu gördüğümde hissettiğim şey çok farklıydı. Aşık olmak gibi bir şey değildi, sadece çok merak ettim. Çünkü o kadar çok ses çıkıyordu ki, bir yandan da ayakları kullanmak zorunda kalıyordum, beş uzuv aynı anda çalışıyordu. O karmaşayı hissetmeyi nasıl tarif edebilirim ki… Klasik müzikle ilgili o dönemde herkes bir yöne giderken, ben bu enstrümanla tam tersine gitmek istedim.
Çarşı her şeye karşı olmuş. (Gülüşmeler)
Aaa Yeşim Hanım, hepimiz Beşiktaşlıyız. Bütün grup Beşiktaşlı.
Allah söyletti bana. (Gülüşmeler)
Emre: Azınlık konumundadır Beşiktaşlılar genelde. Biz çok ilginç bir şekilde dört Beşiktaşlı bir araya geldik. Hem Beşiktaş'a hem de müziğe gönül verdik.
Ata ya sen?
Ata: 15-16 yaşlarına kadar daha çok resimle ilgilendim, bu benim için büyük bir tutkuydu. Sürekli daha iyisini yapabileceğimi düşünüyordum. Ama arkadaşlarım, özellikle Tunca ve Uygar, müzikle ilgilenmeye başlayınca ben de müziğe adım attım. O yaşlara kadar hep spor ve resimle uğraşıyordum. Ancak 17-18 yaşlarından sonra müzik serüvenim başladı. Müzikle fazla vakit geçirmediğim için bu alanda eksikliklerimi kapatmam gerektiğini düşündüm. İyi hocalardan dersler alarak ilerlemeye başladım. Bu yol hala devam ediyor ve müzik asla bitmeyen bir süreç. Hep birlikte, öğrenmeye açık bir şekilde devam etmeyi düşünüyoruz.
2022'den bu yana müziğinizi icra ederken zorluklarla karşılaştınız mı?
Siren: Bu, aslında sosyokültürel bir sorun. Toplum, başarıya ulaşan insanları genellikle geriye çekmeye çalışıyor. Sanat, kolektif bir şeydir ve bu takdiri toplumdan görmesi gerekir. Ne yazık ki, bazı insanlar yıllarca emek verip sanatlarını ortaya koysa da bu değeri görmüyor. Çünkü popüler kültüre ve başarıya ulaşmış işlere genelde olumsuz bakılıyor. Bizim toplumumuz, güzellikleri takdir etmek yerine, genelde aşağı çekmeye çalışıyor.
Tabii, bir sanatçı için alkış en büyük ödül. Ancak günümüzde sayılarla oynanabiliyor ve bu durum özellikle YouTube gibi platformlarda daha belirgin. Ama Spotify'da bu durum biraz farklı. Türkiye'deki müzik sahnesine baktığımda, birçok grupla karşılaştırıldığında sizin çok daha iyi yerlerde olmanız gerektiğini düşünüyorum. Bu durumun sebepleri neler? Dinleyiciye ulaşamamak mı, yoksa çok niş bir alanda mı faaliyet gösteriyorsunuz? Belki de rock müziğinin etkisi var mı?
Emre: Bence bu biraz dönemsel bir durum. Trendler sürekli değişiyor. Popüler kültür, o dönemin neyi talep ettiğine göre şekilleniyor ve bu platformlar da bunları daha çok promote etmek zorunda kalıyor, çünkü böylece daha fazla maddi gelir elde edebiliyorlar. Ancak günümüzde sanat eserleri, eskisi gibi uzun vadede değer kazanmak yerine, anlık popülerlikler peşinden koşuyor. Instagram, TikTok gibi platformlar, genelde kısa videolar ya da "clickbait" dediğimiz dikkat çekici içeriklerle dolu. Bu yüzden şarkıların tamamına değil, sadece o kısa ve dikkat çeken kısmına odaklanılıyor. Bu da aslında müziğin kalitesini düşürüyor ve sadece geçici popülerliklere hizmet ediyor. Bu platformlar, maalesef daha derin bir sanat anlayışına katkı sağlamıyor.
Sen ne diyorsun Tunca? Bir avukat olarak senin de görüşlerini merak ediyorum.
Tunca: Aslında Emre'nin söylediklerini biraz daha açarak konuşmak istiyorum. Spotify'ın ve diğer platformların amacı şu: Hangi grup veya sanatçıdan akış geliyorsa onu promot eetmemiz gerekiyor. Yani en fazla akış alan sanatçılar, içeriğinin kalitesine bakılmadan listelere alınıyor. Ama işin prodüksiyon kısmı çok farklı. Rock dışındaki müzik türleri için, bir bilgisayar başına geçip tek başına üretim yapmak yeterliyken, rock prodüksiyonu çok daha maliyetli ve zahmetli. Örneğin, bir rock grubu bir konser vermek için tırlarla yola çıkarken, başka türlerde bir sanatçı laptopunu çantasına koyup sahneye çıkabiliyor. Bu durum, prodüksiyonun daha kolay ve sık yapılabilmesini sağlıyor.
Spotify'a veri sağlayan müzikler bu şekilde sık sık üretiliyor. Ancak bizim prodüksiyon sürecimiz çok daha karmaşık ve maliyetli. Şarkı yazımından başlayıp, sözlerin yazılması, biriciler, nakaratlar, soloların oluşturulması, provalar, stüdyo kayıtları, mix ve mastering aşamalarına kadar uzun bir süreç gerekiyor. Bunun dışında PR çalışmaları da ekleniyor. Diğer müzik türlerinde bu kadar enerji harcanmadan sık sık üretim yapılabilirken, rock müziği çok daha fazla emek gerektiren bir iş. Bu sebeple Spotify, kolay üretim yapanları tercih ediyor, çünkü daha çok akış alıyorlar. Ama rock grubu bir süre sonra kalitesini ispatladıktan sonra işler biraz daha kolaylaşıyor. Mesela Spotify için en uygun yayın zamanı Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece 12'dir. Fakat ünlü bir sanatçı bunu göz ardı edip, Instagram postu gibi paylaşım yaparsa, editörler bunu fark edip ona göre hareket ederler. Bu yüzden üretim kapasitesi yüksek olan müzikler genelde rock'ı baskılar. Yani günde 20 bin şarkı çıkıyorsa, rock'tan çıkan şarkı sayısı azalıyor, çünkü prodüksiyon daha maliyetli ve emek gerektiriyor. Bu aslında rock'ın kalitesinden kaynaklanıyor. Burada önemli olan sabırla üretim yaparak popülerlik kazanmaya devam etmek.
Uygar: Ben bir yorum yapabilir miyim?
Lütfen…
Ben müzik türlerinden daha çok erişim ve tüketim alışkanlıklarıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Aslında müzikle ilgili en büyük değişim, erişim meselesiyle ilgili. Artık plak üretimi yok, radyolarda çalma ve dinleme de eskiye göre çok azaldı. Bu da insanların dinleme alışkanlıklarını etkiledi. İnsanlar artık müzik dinlerken çaba sarf etmiyor, sadece bir tıkla her şeyin ulaşılabilir olduğunu düşünüyorlar. Sürekli etraflarında müzik var ama araştırma yapma gereği duymuyorlar. Çünkü müzik, her an her yerde dönüyor ve bu da dinleyicilerin kulaklarının duyduğu şeyle yetinmelerine neden oluyor.
Emre: Uygar'ın bahsettiği konu çok önemli. Bence sosyo-kültürel bir mesele. Erişim ne kadar kolay olursa, değeri o kadar azalıyor. Çocukken kaset alıp aylarca dinlerdim, o an çok kıymetliydi. Şimdi ise herkes her şarkıya anında ulaşabiliyor. Bu kolaylık, müziğin değerini azaltıyor.
Uygar : Bir de sanatın ikiye ayrıldığını düşünüyorum. Bir grup gerçekten müzikaliteye odaklanırken, diğer grup sadece etkileşim ve ticaret peşinde. Örneğin TikTok'tan örnek vereyim; artık şarkı yapmak, videolar için müzik üretmeye dönüştü. Yani müzik değil, videoyu öne çıkaracak müzik yapılıyor; çoğu zaman şarkının geri kalanı bu on saniyelik bölümü tamamlamak için oluyor.
TikTok ve Instagram gibi dijital medya platformlarının gücüyle, daha önce adını duymadığımız insanlar ünlü olabiliyor. Özellikle pandemi döneminde, dijital platformlar sayesinde birçok sanatçı büyük çıkış yaptı. Bu dijital ortam, hiç duymadığımız insanlara büyük paralar kazandırdı; çoğu sadece bilgisayar başında müzik yaparak popülerleşti. Bu durum, günümüzde müziğin şekil değiştirmesinin bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Siz dijital medyanın etkisiyle gelişen müzik akımlarından nasıl besleniyorsunuz? Sizi etkileyen kaynaklar nereler?
Emre: Bütün canlılardan besleniyoruz. Yani öyle bir önyargımız yok. Aslında grup olarak hepimizin beslendiği çok farklı müzik tarzları var. Yani Tunca'da ben de mesela daha çok rock ve metal kültüründe büyümüş insanlarız. Ama bu demek değil ki rap dinlemiyoruz trap dinlemiyoruz. Ben çok dinledim çok da severim.
Tunca: Metal müzik dinliyoruz ama hepimiz aynı şeyden beslenmiyoruz. Ben progresif müzikle daha çok bağ kurarken, Emre'nin nu metal dünyasına daha yakın olduğunu görüyorum.
Emre: Evet, kesinlikle! Mesela Ata, trap, pop ve R&B gibi türlere yöneliyor.
Ata: Aslında ben müziğe tür olarak bakmıyorum. Olabildiğince her şeyi dinlemeye çalışıyorum, çünkü her türden bir şeyler öğrenmek mümkün.
Uygar: Ben caz dinliyorum ve bu müzikle büyüdüm. Babamın koyduğu kurallar arasında müzik dinleme saatleri bile vardı. Bir saat boyunca caz ya da opera dinlerdik. Kitap okuma saatlerimiz de vardı. Açıkçası, bu disiplinle büyüdüğüm için müzik kulağım çok erken yaşta gelişti. Bir de abimle aynı odada büyüdüm. Abim de inanılmaz katı bir insandır. Gecenin bir yarısı, operadan biri bağırırken, şimşekler çakıyormuş gibi bir atmosferde uykuya dalmaya çalışıyordum. Resmen bir film sahnesi gibiydi!
Tunca: Rock müziğin konumuyla ilgili de konuşmak istiyorum. Türkiye'de rock ve metal müziğe inanılmaz bir açlık olduğunu düşünüyorum. Bu müziğin kemik bir dinleyici kitlesi var ve bunu her geçen gün daha net görüyoruz. Mesela geçen yıl İsveçli metal grubu Opeth geldi. Metal, özellikle de progresif metal, Türkiye'de daha sınırlı bir dinleyici kitlesine hitap ediyor gibi düşünülebilir ama Zorlu'da iki gün üst üste kapalı gişe konser verdiler. Bu inanılmaz bir şey! KüçükÇiftlik Park'ta Jinjer ve Mirath vardı, yine tıklım tıklım doldu. Arctic Monkeys geldi, global bir grup evet, ama o da sold out. Şimdi Haziran'da Avenged Sevenfold ve Guns N' Roses geliyor, biletler şimdiden kapış kapış. Tüm bunlar, rock ve metalin hala çok güçlü bir karşılık bulduğunu kanıtlıyor. Yani, sanılanın aksine bu müzik ölmedi, hatta belki de hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde geri dönüyor!
Ata: Maalesef… Bu arada, özür dilerim, böldüm ama şunu eklemek istiyorum. Biz elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Yani önceliğimiz, yaptığımız işi mümkün olduğunca kaliteli bir şekilde ortaya koymak. Günümüzün popüler şarkılarının kalitesini herkes az çok görüyor. Tabii ki aralarında mükemmel işler de var, bu her müzik türü için geçerli. Rock'ta da var, Hip-hop'ta da. Ama biz kendi yolumuzda, en iyi ve en kaliteli işi üretmeye odaklanıyoruz. Ve umarım, rock müziğin yeniden canlanmasında bir katkımız olur.
Uygar: Çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum. Bir müzik türünün geleceği, yeni nesillerin ona nasıl yaklaştığıyla şekillenir. Rock, caz, metal, pop fark etmez, bu müziklerin yaşayabilmesi için yeni yeteneklerin ortaya çıkması lazım. Ama günümüz müziğinde altyapılar o kadar baskın ki, müziğe heveslenen çocuklar enstrüman çalmaya yönelmiyor. Kimi örnek alacaklarını bile bilmiyorlar. Eskiden bir gitarist, bir davulcu ya da bir piyanist görüp "Ben de böyle çalmak istiyorum" diyen çocuklar vardı. Şimdi ise sadece bir bilgisayarda beat yapmayı öğrenmek yetiyor.
Tunca'nın bile davula yönelmemesinde apartmanda yaşamanın getirdiği zorluklar etkili oldu. Ben kendi hayatımda çok fazla engelle karşılaştım. Enstrüman çalmak için stüdyoları kovaladım, saatlerce çalışabilmek için zorluklara katlandım. Ama hep şunu düşündüm: "Ben neden sanat yapıyorum?" Cevabı net, gelecek nesillere örnek olmak. Onların bizim yaşadığımız zorlukları yaşamaması için bir şeyler bırakabilmek.
Ayrıca, Türkiye müziği dünya çapında daha fazla ses getirmeli. Tarkan ya da Selda Bağcan gibi isimlerimiz oldu ama sayıları çok az. Oysa Anadolu'nun kültürel mirası inanılmaz. Yemeklerimiz, tarihimiz, coğrafyamız dünya çapında bilinirken müziğimizin hak ettiği yerde olmaması korkunç bir eksiklik. Bizim bu mirası dünyaya taşımamız, sanatımızı uluslararası alanda görünür kılmamız gerekiyor. Gelecek nesillere örnek olmak sadece Türkiye için değil, dünya müziği için de bir zenginlik yaratmak demek.
Bu noktada Anadolu kültürüne ve müziğine dair geçmişten ilham aldığınız isimler var mı? Mesela Barış Manço, Erkin Koray gibi isimler sizin müzikal yolculuğunuzda bir referans noktası oldu mu? Özellikle geçmişten beslenerek geleceğe taşımak istediğiniz bir müzikal miras var mı?
Uygar: Selda Bağcan'ın sesi, türkülerimizin dünya sahnelerinde yarattığı etki inanılmaz. Yurt dışında Türk gecelerinde insanların halayımıza hayranlıkla baktığını gördüm. Bizim kültürümüzde müzik sadece dinlenmez, yaşanır. Dinleyici de müzisyen kadar sahnenin parçasıdır.
Zeki Müren'in kostümlerinden, Selda Bağcan'ın duruşuna, 70'lerdeki eşsiz söz yazarlığından Nazım Hikmet ve Fazıl Say'a kadar ilham aldığım birçok isim var. Türkiye, inanılmaz yeteneklere sahip ama bunları dünyaya açamadığımız sürece tamamlanmış hissedemem. Önemli olan sanatımızı evrensel kılmak.
Hayallerinizden bahsettiniz, bana göre hepsi neden olmasın? Müzik çalamıyordum dediniz. Bazı AVM'lerde çocukların enstrümanlarla tanıştığı müzik okulları var. Ancak gerçek anlamda bir enstrüman çalmak istediğinizde, özellikle davul gibi gürültülü bir enstrümanda, komşuların tepkisi büyük oluyor. Hatta piyano çalarken bile rahatsız olanlar var. Sizce bu, müziğe başlamak isteyen gençler için büyük bir engel mi?
Uygar: Haftada dört kez polis kapımıza gelirdi, artık beni tanıyorlardı. Ama alt kattaki yaşlı amca için durum farklıydı. Karısı vefat ettikten sonra hayata tutunduğu tek şey benim çaldığım müzikti. O öldüğünde, gerçekten yalnız kalmıştı. Ve hayata tutunduğu tek şey benim gürültümdü.
İnsanlar bazen müziği gereksiz bir gürültü olarak görüyor ama aslında müzik, hayatın ta kendisi. Kavga da, sevinç de, yas da içinde. Avrupa'da çoğu insan piyano çalmayı bilir, meslekleri ne olursa olsun. Eskiden bizde de öyleydi.Anneannem çok iyi bağlama çalardı. Bağlama, ud her evde vardı. Şimdi ise müziği çocuklara nasıl ulaştırabiliriz diye düşünüyoruz. Halbuki bu bizim kültürümüzün bir parçasıydı.
Peki, bateri çalamasaydın hangi enstrümana yönelirdin? İkinci tercihin ne olurdu?
Uygar : Aslında saksafona da büyük bir hayranlığım vardı. Ama seçimimi maddi koşullara göre yapmak zorunda kaldım. Hangi enstrümanın kursu daha ulaşılabilir ise ona yöneldik. Biraz da denk gelme meselesi aslında.
Anladım. Her şey denk geliyor hayatınızda. Sizlerin tercihi hangi enstrüman olurdu?
Tunca: Bateri.
Emre: Ben de saksafon çalmak isterdim.
Ata: Ben klavye, piyano derdim.
Tek tek sorayım. Rock müzikte en çok kimi örnek alıyorsunuz? Hayranlık duyduğunuz, ilham aldığınız isimler kimler?
Uygar: Ben Freddie Mercury hayranıyım. Ciddi. Yani şu noktada. Evet. Opera. İnanılmaz bir opera dinleyicisi. Muhteşem bir karakter. Kendi müziğini inanılmaz bir şekilde zamanında herkese dayatmış. Kendine inanmış ve başarmış. Bu yüzden benim için çok önemli bir idol. Yani birçok konuda idolüm var. Tabii ki cazdan bakarsak Miles Davis derim. Bir dönemi değiştiriyor. Herkesin kabul etmediği yeni bir dönem. Mesela piyanist Rahmaninov. İnanılmaz konçertoları var. O kadar yerden yere vurmuşlar ki dört yıl boyunca psikiyatristle çalışarak ikinci konçertosunu yazmış.
Tunca: Benim için grup olarak Dream Theater. Zaten progresifçiyim demiştim size. Çünkü çok kompleks ve gerçekten örnek alınması gereken yazımları var. Bizim şu an yaptığımız işte birebir yüzde yüz kullanmak çok mümkün değil ama fikir olarak ve teknik olarak gitar müziğini bence en üst seviyede yapan insanlar ritmik oyunları, bazı kullandıkları özel gamlar bence her gitaristin gerçekten çalışması gereken bir grup. Yani kütüphane gibi. Onun dışında özel olarak Mark Tremonti diye bir gitarist var. Amerikalı. Onu çok örnek alıyorum. Onun sebebi de hem Amerika'nın en iyi ekonomistlerinden biri olması. Yani akademik kariyeri çok kuvvetli. Hem de çok iyi bir gitarist. Hem söz hem de armoni yazımı olarak çok beğeniyorum. Grupta şarkılar yazarken, ilk fikirleri çıkartırken de ondan etkilendiğim çok armoni oluyor. O yüzden Dream Theater ve Mark Tremonti.
Emre: Benim bir numaralı grubum Linkin Park'tır. İdol olarak görebileceğim solistim ise Chester Bennington'dur yine Linkin Park'tan kaynaklı. 2017'de kaybetmiş olsak da hala gönüllerimizde. Benim için en büyük idol odur diyebilirim. Onun dışında tabii ki Freddie Mercury, Eddie Vedder, John Lennon keza aynı şekilde. Bu tarz isimlerden çok fazla beslendim. Bunlarla büyüdüm yani. Onların müzikal bakış açıları, vokal melodileri, armonileri beni çok etkiledi. Müziğimde de tabii ki bunu yansıtmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Genel olarak böyle.
Ata: Benim için idol olarak, feyiz aldığım kişi öncelikle Jaco Pastorius olur. Kendisi zaten bütün bas gitaristlerin, bütün basçıların daha doğrusu baba olarak gördüğü biridir. Ondan aldığım feyiz benim için çok önemli açıkçası. Yakınına bile yaklaşamayız tabii ama o kafa yapısında düşünmeye çalışıyorum. Rock grupları arasında son yıllarda çok beğendiğim Arctic Monkeys var. Çok uzun zamandır dinliyorum. Rock camiasının biraz değişmesinde büyük katkı sağladığını düşünüyorum. Bunu çok güzel bir şekilde harmanladığını düşünüyorum. O yüzden Arctic Monkeys diyebilirim benim için de.
Muse falan dinlemiyor musunuz?
SİREN: (Gülüşmeler) Aslında hepimiz bir sürü sanatçıyı düşündük ve eledik. Öyle 10-20 isim sıralamak kolay değil. Saymaya başlasak, içinden çıkamayız. Sanatçılar için net bir liste yapmak mümkün değil. Elbette dinlediğimiz ve bildiğimiz çok isim var, hangisini ayırt edebiliriz ki…
Ben kendi adıma konuşayım; renkli televizyonla 1981'de tanıştım, 1984'te Almanya'dan gelen ilk VHS kasetimle Wham, Madonna gibi isimleri deli gibi izliyordum. Müzik her zaman birleştirici bir güç. Siz ise hem eğitimli hem müzikal anlamda güçlü hem de dünya vizyonu geniş bir grupsunuz. Bence Siren, bu röportajla da insanları büyüleyecek. Klasik bir sorum var: Süper güçleriniz olsaydı, ne yapmak isterdiniz? Çok klişe belki ama size de sormak istiyorum.
SİREN: Hmm… Bunu bir düşünelim! (Gülüşmeler)
Uygar : Ben farklı bir cevap vermek istiyorum. Genellikle insanlar özel güçlerin hayatı kolaylaştırmasını ister ama ben tam tersine özel bir gücüm olmasını istemezdim. Çünkü bir şey kolaylaştığında, o şeyin anlamı değişir. Bugün böyle düşünüyor olmam, zorluklarla şekillendiğim içindir. Eğer her şeye kolayca ulaşabilseydim, belki de şu anki ben olmazdım. Özel bir güce sahip olsaydım, evet, bazı şeyleri değiştirebilirdim ama o zaman ben Uygar olmazdım.
Tunca: 1991'de Metallica, Moskova'da 2 milyon kişinin önünde konser verdi. Bence bu, gerçek bir süper güçtü. 2 milyon insanın önünde sahne almak inanılmaz bir his olmalı. Eğer benim bir süper gücüm olsaydı, Siren her sahneye çıktığında, kaç kişi katılırsa katılsın, 8 milyar insanın müziğimizi duymasını isterdim. (Gülüşmeler)
Ata: Belki biraz fantastik olacak ama, öğrenmek istediğim her şeyi anında öğrenmemi sağlayan bir hap olsa harika olurdu. Mesela yeni bir dil öğrenmek istiyorum, hapı yutuyorum, 5 dakika kitaba göz gezdiriyorum ve o dili konuşabiliyorum. (Gülüşmeler)
Emre : Belki klasik bir cevap olacak ama ışınlanma derdim. İstanbul'da yaşayan biri olarak bunu çok iyi anlıyorsunuzdur. (Gülüşmeler) Aslında Ankaralıyım ama İstanbul'un trafiği gerçekten tam bir çile. Işınlanma olsa hayat çok daha kolay olurdu! Tabii, pasaport sorunu olursa orası ayrı. (Gülüşmeler) 1,5 saatte Ankara'nın bir ucundan bir ucuna gidebiliyoruz. Burada 1,5 saat iyimser bir süre. O yüzden ben bunu değiştirebilmek isterdim kesinlikle.
Sahne inanılmaz bir adrenalin kaynağı. Seyirciyle bütünleştiğiniz o anlarda bambaşka bir enerji yakalıyorsunuz. Peki, şimdiye kadar en kalabalık konseriniz hangisiydi?
Siren: En kalabalık konserimiz Çubuklu Silolar'daki konserimizdi. The Wall Saloon & Performance konserleri de gayet iyi geçiyor.
Sahne almak istediğiniz yerler nereler? Gelecekte nasıl bir yol çizmek istiyorsunuz? Dream Theater veya Guns N' Roses gibi büyük grupların konserlerinde ön grup olarak çalmak ister miydiniz?
Kim istemez ki? Çok isteriz yani. Çok büyük bir tecrübe. O insanlarla tanışmış olmak. O insanların seni izlemesi. Yani sohbet edip kafa yapısını anlamaya çalışmak bile büyük bir şey bizim için. Yerli gruplar için de öyle. Yani Mor ve Ötesi, Duman'la beraber çalışmak vesaire. Sadece yurt dışı değil. O yerli gruplarımızla beraber çalmak da çok iyi. Çok iyi olur. Ama Zorlu'yu da doldurmak isterdik.
'Bana Yalan Söylediler' şarkısından sonra bir cover daha gelecek mi, yoksa kendi şarkılarınıza mı odaklanmayı tercih edeceksiniz? Gerçekten çok güzel şarkılarla yola çıkmışsınız, devamının geleceğine inanıyorum. 5 yıl sonra sizi nerede göreceğimizi tahmin etmek yerine, müzik yolculuğunuzun nasıl şekilleneceğini heyecanla bekliyoruz.
Siren: Bir yayın takvimimiz var. Önümüzdeki süreçte kendi şarkılarımıza odaklanacağız. İlerleyen zamanlarda sizleri bazı sürprizler bekliyor. Başka cover projelerimiz olacak.
Hepinizin "Siren" olarak sahnede söylemekten hoşlandığı şarkı hangisi?
Siren: Güzel soru. Kendi şarkılarımız diyebiliriz evet. Öncelikle kendi şarkılarımız.
Hadi kendi şarkınızın dışında bir tane daha söyleyin.
Siren: Burada büyük bir istişare yapmamız gerekebilir bence. Düşünelim, düşünelim. Duman'dan "Dibine Kadar" ve Måneskin'den "Beggin."
Sahnede ve dinleyici kitlenizde gerçekten müzikle iç içe olan kişilerle karşılaşmak sizin için nasıl bir deneyim? Ayrıca, konserlerinizde en sık hangi şarkı ya da istekleri alıyorsunuz?
Emre: Konserlerde genellikle dinleyicilerimizin isteklerine de yer veriyoruz ve onları mutlu etmeye, eğlendirmeye çalışıyoruz. Şimdiye kadar en çok hangi şarkının istek aldığına gelecek olursak, Anadolu Rock şarkıları, özellikle Barış Manço, Cem Karaca ve 'Islak Islak' gibi parçalar sıkça isteniyor. Haluk Levent de çok talep ediliyor. Fakat benim sahnede çalmaktan en çok keyif aldığım şarkılar genelde Mor ve Ötesi'nin parçaları oluyor, özellikle 'Oyun Bozan' ve 'Cambaz'. Bu şarkıların aranjmanları çok heyecan verici. Ayrıca, Siren'in yeni çıkan şarkılarını ilk kez sahnede çalmak da benim için çok özel bir deneyim. Örneğin, 14 Şubat'ta gerçekleştirdiğimiz konserde 'Bana Yalan Söylediler'i sahnede ilk kez söyledik.
Tunca: Sahnede nasıl bir sinerji oluşacak, bunu çok merak ediyorum. Nasıl hissedeceğimi gerçekten bilemiyorum. Genelde Mor ve Ötesi dışında, Siren'in yeni çıkan şarkılarının ilk kez çaldığı sahneler benim için de özel oluyor.
Uygar: Yeni bir konsept olarak biraz daha eski şarkılara yönelmeyi ve bunları daha güncel, modern bir seviyeye taşımayı planlıyoruz. Bu noktada yapmak istediğimiz birkaç eski şarkı daha var. Kim bilir, belki onları da yaparız. Ajda Pekkan'ın inanılmaz güzel şarkıları var ve bunları sahnede seslendirmek çok heyecan verici olur. Tabii, bunlar henüz sahne programı aşamasında.
Ata: Sahnemizde, seyircilerden aldığımız geri bildirimler, onların gözlerindeki ışıltı, eğlenmeleri, dans etmeleri, alkışlamaları bizim için büyük bir motivasyon kaynağı. Bizim için takdirin en büyük göstergesi bu. Sahneye çıktığımızda, insanlardan gelen bu enerjiyi hissetmek muazzam.
Gelelim bir araya gelmemize sebep olan "Bana Yalan Söylediler"e. Telif hakkı vb. nasıl ilerlediniz?
Siren: Bu konuda sözü Melike Hanım'a bırakalım.
Melike Parlak : Semiramis Pekkan'ın duru sesiyle nesilden nesile aktarılan şarkı, Türk müzik tarihinin en ikonik eserleri arasında yer alıyor. Orijinal sözleri ve bestesi José Feliciano ve Betty E. Cropper'a ait olan ve Türkçe sözleri Fikret Şeneş tarafından kaleme alınan bu özgün eser, Siren'in yorumuyla klasik rock'un köklü tınıları ve modern prodüksiyon teknikleriyle birleşti.
Eserin izin kısmını kısaca özetlemem gerekirse; José Feliciano için direkt edisyon firması üzerinden izin aldık. Fikret Şeneş için de vekaleten aynı firmadan izin aldık. Bir diğer eser sahibi Betty E. Cropper'dan izin almamız gerekiyordu. Kızına ulaşmamız neredeyse 3 ay sürdü. Sonunda izni aldık.
Harikasınız. Çok değerli bu çabanız.
Melike: Betty E. Cropper'ın kızına ulaşabilmek için gerçekten çok çabaladık.
O zaman son sözlerinizi alayım.
Ata: Öncelikle size çok teşekkür etmek istiyorum. Ondan sonra Melike Hanım'a, TMC ve kendi arkadaşlarıma böyle güzel vakit geçirdiğimiz için çok teşekkür ederim. Ve Siren fanları bizi takip etmeye devam etsinler, takipte kalsınlar. Bu sene bizim için daha hareketli geçecek. Umarız hep beraber daha büyük yarınlara uyanırız.
Emre: Bomba gibi geliyoruz. Gelişmelerden haberdar olmak için tabii ki takipçiler bizleri takip etsinler. Bununla ilgili aslında şeyden de bahsedebilirim. Reklamın iyisi kötüsü olmaz diyeyim. Hazır yeni şarkımız. "Bana yalan söylediler" çıkmışken, bununla ilgili aslında bir hashtag çalışması da başlattık. #banayalansöylediler ve #Siren olarak içerikler paylaşıyor insanlar. Sevdiklerimiz sağ olsunlar. Hatta bununla ilgili kendi içimizde bazı etkinlikler, bazı yarışma gibi deneyimler gerçekleştirdik. Viral çalışmalar izledik. Dinleyicilerimize bunlarla ilgili çok güzel sürprizlerimiz olacak. Onlardan da bu konuda desteklerini bekliyoruz.
Uygar: "Bana yalan söylediler" kalıbını alıyorsun. Mesela bir olay yaşıyorsun. Olayda bir hayal kırıklığına uğruyorsun ve o olayı yazıp "bana yalan söylediler." hashtag'i ile paylaşıyorsun. Bu şekilde Twitter'da, TikTok'ta da bir etkileşim içerisine girmek istiyoruz. Herkesin kendi yaşadığı konuda #banayalansöylediler etiketiyle paylaşmasını istiyoruz.
Ata: Bir tane esprili bir örnek vermek gerekirse, kendi aramızda da konuşmuştuk bunu. "Beşiktaş'ı üzmeyin" dediler #banayalansöylediler :)
Tunca: Son olarak şunu söylemek isterim, rock gruplarının genelde yırtık bir tarafı olur. Bizim de deli dolu, yırtık yönlerimiz var. Ancak biz bu yırtık tavrımızı entelektüel bir yaklaşımla da harmanlamak istiyoruz. Hem entelektüel hem de yırtık bir grup olmak amacındayız. Diğer arkadaşlarım, Siren'in popülerliğiyle ilgili çok değerli noktalara değindi. Önümüzdeki süreçte, entelektüellik anlamında hepimizin kendini geliştirdiği, çok kitap okuduğumuz ve sanata değer verdiğimiz bir dönem olsun. Aynı zamanda Siren'in takip edilmeye devam ettiği bir süreç diliyorum.
Uygar: Öncelikle çok teşekkür ederim. Benim dileğim şu: Yaş fark etmeksizin, sanatın artık bir araç gereç olarak görülmesini ve daha çok desteklenmesini istiyorum. İnsanların yanımızda olmasını, her türlü yardımı esirgememelerini arzu ediyorum. Çünkü insanlar olmadan biz var olamayız. Biz bu işi, insanların mutluluğu için yapıyoruz. İnsanlardan etkileşim almadığımız sürece, yaptığımız işin bir anlamı yok. Kendimiz için yapmak, hiçbir anlam taşımıyor. Bu yüzden, insanların bize destek olmasını istiyoruz. Biz de bu destekle birlikte, insanlara daha fazlasını verebilmek için çabalayacağız.
Eminim ki çok daha güzelini vereceksiniz. Paylaştığınız düşünceler ve verdiğiniz içten cevaplar için çok teşekkür ederim. Her birinizin müziğe ve hayata dair bakış açınızı dinlemek ilham vericiydi. Umarım bu yolculuk devam ederken, her adımda daha fazla insana dokunur, onların hayatına dokunan bir melodi bırakabilirsiniz. Hep birlikte daha fazlasını yaratacağınıza inanıyorum.
Konserlerine gitmek ve sahnede izlemek üzere sözleşip vedalaşırken, Nisan, Mayıs, Haziran ve Eylül aylarında biri cover olmak üzere dört yeni şarkının bizleri beklediğini öğreniyorum. Müziğin ve dostluğun iç içe geçtiği bu hikayeye, bir söyleşiyle de olsa tanıklık etmek ne güzel.
Yeşim Mutlu