Haberler

Ebru Unurtan Urağ, Okan Bayülgen ve Yıldırım Fikret Urağ ile Felsefî Bir Bulmaca: Otelde Röportajı

Zeynep Özcan

Zeynep Özcan

Yazar ve Editör
06.09.2024 04:07

Baştan uyarmak isterim. Bu söyleşide ne kısa sorular ne de kısa yanıtlar var… Sanatın, en çok da tiyatronun ve edebiyatın kıyısına yanaşacak, Gradiva' da soluklanacak; Ebru Unurtan Urağ, Okan Bayülgen ve Yıldırım Fikret Urağ ile felsefî bir bulmaca çözeceğiz.

Mart ayında sahnelenen Otelde oyununu hayranlıkla izledikten sonra üzerinden geçen nice güne, haftaya, aya rağmen hâlâ etkisindeyim. Yıldırım Fikret Urağ'ın usta kaleminde doğan, Ebru Unurtan Urağ ve Okan Bayülgen'in benzersiz oyunculuklarıyla hayat verdiği olağanüstü oyunun, edebiyat tılsımıyla çevrelenmiş bir yanı var. Yalnızca seyredenlerin anlayabileceği…

"Tiyatro suya yazı yazmak değildir, tiyatro tarihe geçmektir"

Sanat, acılarımızı dindirebildiğimiz, sakinleşebildiğimiz, başka bir dünyanın mümkün olduğunu insana fısıldayan bir evren sanki. Ebru Hanım ve Yıldırım Bey yıllardır tiyatroyla hemhâller. Okan Bey de mesleğinin ilk yıllarında tiyatroyla buluşuyor, ara veriyor ve tekrar dönüyor. Dışarıdan baktığımızda, yıllar sonra evinize dönmüş gibi görünüyorsunuz Okan Bey. Bu soruyu ayrı ayrı yöneltmek istiyorum. Tiyatro sizin için ne ifade ediyor, ruhunuzda nereye dokunuyor?

Okan Bayülgen: Benim için başlı başına bir meslek. Keşke bizdeki ekonomik şartlar çok iyi olsa da teknik ekibinden diğer yaratıcı süreçlere, yaratıcı süreçlerden uygulamada görev alanlara kadar bütün tiyatro çalışanları sadece tiyatro yapabilseler. Çünkü tiyatro, kent soylunun kent hayatını onurlu bir şekilde, gururlu, kendinden memnun, yüksek seviyede sürdürebilmesi için yaşadığı kentin kimi zorluklarıyla boğuşurken mutlu olabilmesi için en güzel meslek. Bu açıdan tiyatroyu, mühendislikten, tıptan, ticaretten, başka bütün mesleklerden daha yukarıda görüyorum. Tabii ki yine yüksek sanatlar arasında bir senfoninin parçası olmak, müzisyen olmak, operanın parçası olmak da böyle bir şey… Çünkü dünyadaki bütün büyük şehirlerde o şehrin perde açan sanatçıları mutlu insanlardır. Onların yazlıklara ihtiyaçları yoktur, arabalara ihtiyaçları yoktur, metrodan memnundurlar. Çalıştıkları birçok tiyatroya yakın oturmaktan çok memnundurlar. Büyük büyük evleri yoktur. Küçük bir evde gayet mutlu yaşayabilirler. O şehrin en güzel restoranlarını en güzel yeme içme, eğlence yerlerini dolaşan, o şehrin bütün ileri gelenlerini, zengin fakir herkesi tanıyan insanlardır. Bu açıdan tiyatro, özellikle tiyatro, insana kent soylu olmanın tam karşılığını verir. Müthiş bir yaşam şekli. Ekonomik açıdan bizim oyuncularımız dizi oyunculuğu ve sinema oyunculuğuyla tiyatro oyunculuğunu bir arada sürdürmek zorundalar. Birçok prodüksiyon şirketi işinde çok çok iyi, verimli oyunculara baskı yapıyor, tiyatro faaliyetlerini sınırlamaya çalışıyor. Oyuncular bu duruma göğüs germek zorunda kalıyorlar. Prodüktörler, televizyonlar, oyunculara tiyatroyu yasaklıyorlar. O yüzden bugün her ne kadar kaydedilmiyor olsa da seyircisi dışında kimsenin göremeyeceği bir iş olsa da tiyatro suya yazı yazmak olmuyor, tiyatro tarihe geçmek oluyor. Dizilerde, filmlerde oynamaksa suya yazı yazmak oluyor. Dizilerden dizilere koşan birçok arkadaşım tabii ki buna mecbur tabii ki hayatlarını kazanmak zorundalar tabii ki tiyatro yevmiyesiyle iktifa edemezler ama yaptıkları iş, suya yazı yazmak oluyor. Bizim, o gün orada bulunan seyircimizden başka kimsenin görmeyeceği, tarihte bir belge olarak kalmayacak yaşam öykümüzse efsaneye dönüşüyor.

Ebru Unurtan Urağ: Özgürlük alanı benim için tiyatro... İnsana ait olan tüm duyguları 'an gerçekliğinde' deneyimlemek eşsiz bir ayrıcalık... Tabii aynı zamanda cesaret işi, sahnede dürüst ve gerçek olabilmek… O gerçekliğin içinde size ait olan özel duygular da var. Paylaşıyorsunuz… O anda gerçekleşene seyircinin şahit olması, yüzlerce insanla birlikte nefes alıp vermek... Oynanan oyunun metni aynı olsa da aslında her akşam başka bir oyun oynuyoruz.O gün bizim enerjimiz seyircinin enerjisiyle uyumlanıyor. Özellikle Otelde oyununda her oynayışta sanki seyirciyle birlikte yeniden yazılıyor oyun… Zaten bir durumun, bir duygunun peşinde birlikte soluk alıp vermek oldukça büyülü. Bu kalabalık buluşma çok cezbedici… Bu buluşmayı yaşadıktan sonra görevinizi tamamlamanın huzuruyla çıkıyorsunuz tiyatrodan… Özel bir mesleğimiz olduğunu düşünüyorum.

Yıldırım Fikret Urağ: Benimki biraz daha bireysel, Okan'ın tarifine oranla... Benim için katlanma, yenilenme biçimi. Hepimiz hayatı anlamlandırmaya, anlam katmaya çalışıyoruz. Tiyatro benim için bunun aracı. Hayat böyle daha anlamlı. Aynı zamanda bir yüzleşme yeri... Bu yönünü de en az bireysel yönü kadar önemsiyorum. Daha toplumsal bir mesele çünkü. Tiyatro bir yüzleşme, bir karşılaşma yeri…

"Sinemada, tiyatroda, edebiyatta bilgimiz görgümüz neyse, malzememiz neyse, oradan örnekler veririz."

Yıllarca klasikleri izledik, çeşitli uyarlamalar gördük. Kimi çok güzeldi, kimi güzeldi. Fakat çoğu birbiriyle benzerdi. Camille, Richard ve şimdi de Otelde'yle tiyatronun bambaşka bir yüzüyle karşılaştık. Bizi duygularımızdan, ruhumuzun, zihnimizin karmaşalarından yakaladınız… Otelde nasıl doğdu? Nasıl bir çalışmanın ürünü?

Okan Bayülgen: Aslında bahsettiğiniz işler, Yıldırım ve benim ortak işlerimiz. Yani yazarı olduğumuz, yönetmeni olduğumuz işler. Yıldırım, huzursuz ve huysuz bir adamdır, tam bir sanatçıdır. Aslında bu sebeple burada onunla bir araya gelmek istemezdim ama gelmiş bulunuyoruz. Hakikaten Yıldırım'ın işleri de benim işlerim de katmanlı ve derinlikli görünüyor. Birçok yerde ikimizin işlerinin de son yıllarda ödüllendirilmiş olması, bunu kanıtlıyor. Demek ki seyircimizde karşılık bulmuş. Otelde işinden özellikle konuşmak isterim. Dünyadaki yazarları tam bilemeyeceğim ama son yıllarda Amerikalı ve İngiliz yazarların oyunlarının birçok küçük büyük tiyatro tarafından çevrildiğini ve oynandığını görüyoruz. Tiyatroda yazarlık on yıllarca durmuştu. Sanki tiyatro eski bir silah, eski bir eğlence, eski bir toplanma alanı; tekrar keşfediliyormuş, çok yeni bir şeymiş, bu yeni alana hemen hızla içerik üretilmesi gerekiyormuş gibi yepyeni oyunlar geliyor. Ülkemizde çok iyi oyun yazarları çıkıyor, birbiri ardına. Yıldırım, Otelde ile uzun yılların hem yönetmenlik hem oyunculuk hem tiyatro öğretmenliği tecrübesiyle harikulade ve katmanlı bir iş çıkardı ortaya. Evet, kadın ve erkeğin arasında geçiyor polis de var işin içinde ama beklenin çok üzerinde bir oyun... Tiyatromuzun kamyonunun mazotu, şehirler arası dolaşmanın ekonomik boyutları, dekor kurmak, dekor kaldırmak ve bunların mobil olmasından; ülkemizdeki bütün tiyatroların, bir şurada bir burada olmasından dolayı yüksek prodüksiyon masraflarına az kişili oyunlar çözümken ve çok fazla aşkımızın ıstırabı oyunları piyasada dolanırken bu yüzden hayatı idame ettirmek için Yıldırım, sanki bir aşk oyunu yazıp kadın ve erkek konusunu bambaşka felsefî yerlere çekti. Bu açıdan da hakikaten Yıldırım, aldığı ödülleri de hak ediyor.

Ebru Unurtan Urağ: Uzun bir süreçti. Richard turnelerine giderken Okan ile yolda Otelde'nin ezber provalarını yapıyorduk. Döndüğümüzde de Yıldırım'la oyunbazlık ve gerçeklik üzerine çok katmanlı provalar yaptık. Bir atölye çalışması gibiydi. Bunu sağlayan en önemli faktör, iyi bir ekip olmamızdır…

Yıldırım Fikret Urağ: Okan Bey, büyük tevazu gösteriyor. "Yıldırım yaptı, Yıldırım etti" diye… Ben şunu yaptım… Başlangıçta eğlenceli, kendimi de eğlendireceğim bir oyun yazdım. İki kişilikti. Okan'ın oynama ihtimalini pek düşünmüyordum. Çünkü inanılmaz yoğun bir temposu var, bildiğiniz gibi. En azından fikir almak için okumasını istedim. Bir de "keşke oynasan" dedim ama büyük beklentim yoktu. Hemen okudu. Bu da pek rastlanan bir şey değil. Normalde oyunculara oyun verdiğiniz zaman aylarca beklersiniz, okusun da birkaç cümle kursun diye. Hemen iki gün içinde okudu, "tek kelimesine dokunmadan bu hâliyle oynarım ama…" dedi ve sonra birtakım önerilerde bulunmaya başladı. O yüzden az önce "Yıldırım yaptı, Yıldırım etti, Yıldırım yazdı" kısmı elmanın yarısı. Diğer yarısında Okan duruyor. Onun önerileriyle, başta yazdığımdan çok farklı bir hâle geldi oyun. Eğlencesini yine kendi içinde koruyan ama girintileri çıkıntıları olan daha derinlere inen bir hâl aldı. Okan'ın bunda çok büyük bir payı var. Ebru'nun da payı var tabii.

Okan Bayülgen: Teşekkür ederim. Hep birlikte çalıştık. Bir laboratuvar oldu.

Yıldırım Fikret Urağ: Tam bir laboratuvar oldu. Eline kalem alan insanın rüyasında görse inanamayacağı bir ortam doğdu. Biz yaklaşık sekiz ay boyunca yazdık, çizdik, bozduk, üzerinde konuştuk. Tekrar yazdık, tekrar çizdik. Benim için olağanüstüydü. Hayatım boyunca bir daha böyle bir fırsat bulmak kolay olmayabilir. Çünkü bu tür çalışmalar yapmak, her oyuncunun kârı değil… Oyuncu, bir an önce okuyup ezberleyip çıkıp oynamak ister. Onlar yazım sürecine hem büyük katkıda bulundular hem de bu sabrı gösterdiler ve ortaya Otelde çıktı. Yola çıkarken iki kişilikti. Tutturdu Okan, "sen de sahneye çık" diye. Böylece polis karakteri de eklendi oyuna. Bu hâle geldi. Aslında iki oyunluk bir proje…

Okan Bayülgen: Bir diğer oyun da Edward Albee'nin Evde ve Parkta isimli oyunu… Onu da çıkarıp ikisini bir arada oynamayı çok istiyoruz.

Ah, şahane… Umarım izleyebiliriz.

Okan Bayülgen: Yani bir Türk, bir Amerikalı yazarımız olacak.

Yıldırım Fikret Urağ: Onu da Okan yönetecek.

Okan Bayülgen: Gözden geçirilmiş bir oyun bu… Edward Albee'nin gözden geçirdiği oyunu ve Otelde'yi beraber oynamak amacındayız.

"Ben Gradiva'yı seçmedim, biz Gradiva'yı seçmedik. Gradiva bizi seçti…"

İyi ki bir araya geldiniz de bizler bu olağanüstü birlikteliğe şahitlik edebiliyoruz. Oyunla ilgili tatlı bir hatıram var, Ebru Hanım'la konuşmuştuk. Prömiyere geldiğim akşam, Gradiva tesadüfen çantamdaydı. Bu şahane kitabı ODTÜ Edebiyat Kulübü'nde okumuştuk. Ne tesadüf ki gelmeden bir saat kadar önce ikinci kez elime almıştım. Oyun başladığında ayak seslerini duydum ardından birden Gradiva ortaya çıkıverdi, büyüleyici bir durumdu. Dolayısıyla merak ediyorum. Gradiva'yla alakalı daha önce Freud çalışma yapıyor ve birçok farklı isim… Üzerine yapılan çalışmalar bu eserden daha büyük etki yaratıyor. Şimdi de siz bunu yaptınız Yıldırım Bey… Okuduğunuzda ne hissettiniz, neden bu çalışmada yer aldı?

Yıldırım Fikret Urağ: Aslında romanı yıllar önce okumuş ve unutmuştum. Bu oyunu yazarken aklımda Gradiva'yı kullanayım diye bir düşünce yoktu ama tılsımlı bir tarafı var. Az önce sizin de başınızdan geçtiğini söylediğiniz gibi… Okan'la edebî bir ögenin oyuna eşlik etmesini istiyorduk.

Okan Bayülgen: Söz konusu olan kişi, yazar. Böyle bir işte, bir yazarın yani roman yazmakta olan yazarın; bir başka yazara, diyelim ki Dostoyevski diyelim ki Tolstoy ya da bir Fransız yazara atıfta bulunması aslında o eseri çok zenginleştiriyor. Çünkü bir yazarın başka bir yazardan söz etmesi hakikaten çok ilginç. Kendi hayal dünyasına o yapıttan bir şeyler çekmesi, benzeştirmesi ve yazarın dünyasında âşık olduğu kadını başka roman kahramanına benzetmesi, bu çok hoş. Aslında oyunda sadece Gradiva'ya değil, sinemaya da atıflar var. Hepimiz zaten günlük hayatlarımızda da bunu yaparız... Sinemada, tiyatroda, edebiyatta bilgimiz görgümüz neyse, malzememiz neyse, oradan örnekler veririz. Bu bir entelektüelin en hoşlandığı şeydir. Yazar da entelektüeldir. Oyunda da yazar ve düzeltmen var. İkisi de entelektüel süreç içinde olan entelektüel insanlar zaten. Dolayısıyla hem sinemaya hem edebiyata dokunuyorlar.

Yıldırım Fikret Urağ: Şöyle oldu, arayış içindeyken bir süre düşündüm. Hangisi olabilir, ne olabilir diye. Çıkamadım işin içinden. Bir gün, kitaplığımı açtığımda Gradiva bana bakıyordu. Ertesi gün provaya bu teklifle geldim ve Okan "daha dün aldım" dedi. Sizin yaşadığınızı biz de kendi içimizde yaşadık. Ben Gradiva'yı seçmedim, biz Gradiva'yı seçmedik. Gradiva bizi seçti…

Okan Bayülgen: Bu sırada Gradiva'nın yeni bir basımının yapılması da galiba bunda etkin oldu. Sonuçta kitapçılara girip çıkıyoruz sabahtan akşama kadar. En eğlendiğimiz yerler kitapçılar oluyor.

"Tiyatro izleyicisi, tiyatroya fedakârlıkla geliyor"

Kolay anlaşılır bir oyun değil. Seyirciyi hafife almayan, aklını yücelten bir oyun... Otelde'yi sahneye koyarken anlaşılmama ihtimalinden korktunuz mu?

Ebru Unurtan Urağ: Seyirciyi hafife almadığımız için beğenisini ve aklını ciddiye aldığımız için bu konuda özel olarak teşekkür alıyoruz seyirciden, prömiyerden bu yana...

Okan Bayülgen: Aslında benim kısa süreli bir tecrübem olmuştu. Anlaşılmak açısından Richard, bu oyundan daha zor bir metin. Çünkü orada uyarlama söz konusu. Burada sıfırdan yazım var. Hâl böyle olunca tabii içim çok rahattı. Yıldırım bunca yıllık tiyatro tecrübesiyle neyin anlaşılıp neyin anlaşılmayacağını öngörebiliyor. Sadece burada üzerimize düşen, yönetmen ve yazar olarak Yıldırım'ın ortaya koymak istediği oyunumuzu en güzel şekilde anlatmak. Yani oyun anlaşıldı mı anlaşılmadı mı? Diyelim ki fakir oğlan zengin kızı sevdi. Çok anlaşılır bir durum. Şimdi bunu yapsak ve seyirci anlasa, ne seyirci bir şey kazanacak ne biz bir şey kazanacağız. Hâlbuki tiyatro izleyicisi fedakârlıkla geliyor tiyatroya. Artan bilet fiyatlarıyla, büyükşehirlerde trafiğiyle… Bu fedakârlığı gösteren insana anlaşılır metin, basit bir hikâye veriyorsak -küçümsemiyorum anlaşılabilir metinleri ve basit hikâyeleri ama- biraz kafa yormak, bulmaca çözmek, bugünün immersion tiyatro dedikleri seyircinin de artık bir birey olarak kendini gösterebileceği oyunlar yapmıyorsak o zaman bizim oynadığımız ve seyircinin pasif olarak koltuklarında oturup dikkatle izlediği oyunlarda da seyirciye daha büyük pay çıkarmalıyız. Çözmekten hoşlanacağı, felsefî bir bulmaca vermeliyiz. Onu şaşırtmalıyız. Onu düşündürmeliyiz ve belki bir labirente sokmalıyız. Belki çözümü aramasını sağlamalıyız. En önemlisi de tiyatronun ve sanatın işlevini yerine getirmeliyiz. Sanat, basit bir anlatı, basit bir performans gösterisi değildir. Bütün sanatlar, plastik sanatlardan edebiyata, sahne sanatlarına kadar uyarıcıdır. Gıdıklar, kaşır, iğneler... Seyirci bütün bunların kendine yapılmasını isteyerek oyuna gelir. Bu açıdan seyirciye de bir saygı ifadesidir. Televizyon dizisine benzemez. Kolay anlaşılır, karşısından ayrılsan bile yarım saat sonra döndüğünde anladığın bir dizi ancak geri zekâlılar için geri zekâlıca yapılmış bir iştir. Hâlbuki tiyatro, bir anı bile kaçırılmayacak performansla sunulan sorular sormalıdır. Sanat soru sormalıdır sadece. Sanat yanıt bulamaz. Sanat, yanıtı arayan insanlara sorular sorar. Her gün yeni sorularla gelir. İşte biz o zaman sanatın işlevini yerine getirmiş oluruz.

"Otelde oyununu yazmak baştan sona zordu"

Edebiyatımızın ilk eserleri de kadın erkek meselesi üzerinden ilerler, hatta ilk tiyatromuz Şair Evlenmesi de... Bugün tekrar kadın erkek meselesini konuşuyoruz ancak siz, bu konuyu ülkemizde örneğine pek rastlamadığımız bir açıdan ele alıyorsunuz. Suçluluk, ihanet, intikam duygularının insan ruhu üzerindeki etkilerini, yarattığı karmaşaları da görüyoruz.… Karakterlerinizi yaratırken en çok ne zorladı sizi?

Yıldırım Fikret Urağ: Böyle bir sınıflandırma yapamam, şu aşamada zorlandım, bu aşamada zorlandım diye. Baştan sona zorlandım. Hatta bir ara içinde kayboldum. Çünkü bir taraftan da matematik işi. İşin içine, oyun, oyun içinde oyun kavramları girdiğinde bazen gerçekten ipin ucunu kaçırabiliyorsunuz. Yazarken hangisi oyundu, hangisi gerçekti birbirine karıştırabiliyorum. Kadın erkek konusunu ele almak, şu anlamda da riskli. Hemen herkesin üzerinde uzun uzun konuşabileceği, kendini yetkin hissettiği bir konu. Dolayısıyla bu kadar genele yayılabilen bir konuda, söz söyleyebilmek için o derinliği yakalamak her zaman kolay olmuyor. Tüm aşamalarında zorlandım ama zaten zorlanalım diye de girdik bu işe.

Ebru Unurtan Urağ: Rolden role anlık sert geçişler ve hem karakterlerin hem de birbirlerine dayattıkları rollerin gerçek olması hatta bazen de bu ikisinin arasında kaybolmaları zorlayıcı ve çok eğlenceliydi. Hatta bazen Okan ve Ebru olarak biz de kaybolduk…

"Otelde'yi izlerken herkes kendi hikâyesini yazıyor"

"Ben biraz mecburiyetten yazıyorum" diyorsunuz, Yıldırım Bey. Mario Levi "Okumak istediğiniz hikâyeyi yazın" der. Siz de oynamak ya da izlemek istediğiniz hikâyeyi mi yazıyorsunuz?

Yıldırım Fikret Urağ: Tam olarak öyle. Mario Levi'nin bir yazarlık çalışmasına katılmıştım. Ondan çok şey öğrenmişimdir, saygıyla anmış olalım. Sahnede görmek istediğim şeyleri yazıyorum. Aslında hâlâ kendimi yazar gibi hissetmiyorum... Benim hiç "tiyatro oyunları yazacağım" diye bir hayalim yoktu ama kendimi yazarken buldum bir şekilde.

"Kimse hikâyesinin bir çırpıda, basit bir seyirlik olarak seyredilip sonra unutulmasını istemez"

Bitmeyen bir oyun. Perde kapandığında da zihinde devam eden. Bunu amaçlamış mıydınız?

Ebru Unurtan Urağ: Daha çok yazarın cevap vermesi gereken bir soru ama şunu söyleyebilirim. Oyundan sonraki seyirci sohbetlerinde bu anlamda olağanüstü geri dönüşler alıyoruz. Anlıyoruz ki Otelde' yi izlerken bir taraftan herkes kendi hikâyesini yazıyor...

Yıldırım Fikret Urağ: Evet, bu aslında seyirciyle birlikte yazılan bir oyun. Sadece seyirci açısından konuştuğumuzda, alıştığımız anlamda seyretme eylemi yok, bence yazma eylemi de var. Her oyundan sonra söyleşi yapıyoruz. Okan sağ olsun bunu Türkiye'de de bir festival alışkanlığı hâline getirdi. Seyirciden öyle şaşırtıcı öyle inanılmaz hikâyeler geliyor ki "vay be" diyorum "hiç böyle düşünmemiştim ama neden olmasın." Resmen seyirciyle birlikte oynarken tekrar yazıyoruz oyunu. Bunu başından beri hedeflemiştik. O yüzden izlemesi zor bir oyun değil ama aktif seyir gerektiriyor. Ben böyle tarif edebiliyorum… Dolayısıyla seyirci, bugünün alışılmış seyir kalıplarının dışına çıkmak zorunda. Aslında olması gereken bu… Her konuda olduğu gibi seyretme eylemi de yüzeyselleşti, sıradanlaştı artık. Bu oyun, olması gerektiği gibi seyredilmeli.

Okan Bayülgen: Evet, çünkü iz bırakmak istiyor Yıldırım ya da başka yazarlar. En güzeli de bu. Bir iz bırakmak ve seyircinin oyunun ardından düşünmeye devam etmesi... En iyi filmlerde, en iyi piyeslerde ertesi gün uyandığınızda aklınıza bir şey takılır. Aradan zaman geçtikten sonra onu belki daha iyi kavradığınızı düşünürsünüz. Bu iyi yapıtlarda vardır. Ertesi gün aklınıza gelir ya da on gün sonra aklınıza gelir ya da seneler sonra herhangi bir karşılaşmada aniden bilinçaltından kopup gelir; izlediğiniz şey. Yıldırım da tabii ki bunu yapmak istiyor. Kimse hikâyesinin bir çırpıda, basit bir seyirlik olarak seyredilip sonra unutulmasını istemez.

Oyun sonrası sohbetlerinizle sanatınızı anlaşılır kılıyorsunuz. İzleyiciye katkısı olduğu muhakkak. Bu buluşmalar size nasıl katkı sunuyor? Nasıl geri bildirimler alıyorsunuz?

Okan Bayülgen: Seyirciyle konuşurken bunu beraber yapıyoruz. Özellikle Otelde'nin ardından gelen söyleşilerde seyircinin konuya, izlediği öyküye yaklaşımı o kadar farklı oluyor ki çoğunlukla Yıldırım dönüp "yahu ben bunu böyle düşünmemiştim" diyor. Biz oyuncular olarak da "böyle düşünmemiştik, başka türlü bakmıştık ama olabilir" diyoruz. Bu da aslında çok güzel. Bir tabloya uzun uzun bakmak gibi… Belki ressamın bile keşfetmediği ya da yapmak istemediği ya da onun bilinç akışından, bilinçaltından bir şeyler görebilir, o sanatın tüketicisi. Çok da güzel oluyor. Bu aslında yalnız bizi yükseltmiyor. Seyirciyle beraber hepimizi yükseltiyor. Burada gerçek bir paylaşım görüyoruz.

Ebru Unurtan Urağ: Tiyatroda seyirciyle buluşmak esas olanken bir de seyircinin neler hissettiğini, duygularını, oyun hakkındaki fikirlerini, karakterler hakkındaki yorumlarını hemen oyundan sonra canlı canlı dinleme şansı çok değerli. Oyun sonrası seyirciyle buluşmak hatta bazen bu buluşmanın oyun süresi kadar devam etmesi yorucu olsa da paha biçilmez... Seyircinin geri bildirimi bizim için çok değerli, unutamadıklarımdan birkaçını paylaşmak isterim…

- "Bizi aptal yerine koymadığınız için, zekâmıza değer verdiğiniz için teşekkür ederim… Çok sıkıldık sıradan öykülerden ve dizilerden."

- "Kadın erkek ilişkilerine farklı bir bakış açısı getirdiniz... Böyle de konuşulabileceğini tekrar hatırlattınız teşekkür ederim."

- "Yanımda, oyunda bahsedilen Gradiva romanı var ve gelirken oyunda bu romandan bahsedildiğinden haberim yoktu."

- "Bence bu bir tekâmül öyküsü..."

- "Eve gidip başımı yastığa koyduktan sonra oyunu düşünmeye devam edeceğim."

- "Bu bir Tennessee Williams oyunu gibiydi çeviri oyun izlediğim duygusuna kapıldım..."

- "Harold Pinter oyunu izlediğimi düşündüm... Nefes almadan sadece oyuna odaklanarak dinamik bir şekilde hangisi gerçek, hangisi oyun diyerek izledim..." Diğerlerini söyleyemiyorum çünkü oyundaki sürprizleri açık etmiş olurum ...

"Alışılagelmiş oyunculuk üslubunun dışında bu oyuna has bir oyunculuk dili geliştirdik"

Sevgili Ebru Hanım, Otelde'nin ruhunuza nasıl yansıdığını merak ediyorum. Meslekî açıdan, yaptığınız işler arasında nasıl bir yeri var?

Ebru Unurtan Urağ: Öncelikle Okan ve Yıldırım'la, iki ödüllü yönetmenle aynı oyunda olmak çok güvenli bir alandı… Okan ile birlikte bu işi yapmak ve birlikte savrulmak, bir taraftan karşımızda Yıldırım gibi aynı zamanda inanılmaz bir oyuncu koçunun olması… Benim için çok keyifli bir çalışma süreciydi… Otelde gibi bir oyun çalışmadım daha önce... Bilirsiniz genel olarak oyunlarda karakterin belli bir yapısı vardır. Belli ipuçlarından yola çıkarak karakteri analiz eder, onu bu ipuçlarından yola çıkarak şekillendirirsiniz. Tabii bunlar çok temel-genel tanımlar... Ama bu oyunda bunlar bile yok... Sürekli değişen 'durum'lar ve bu durumların içinde dans eden, rolden role girmeyi restleşmeye dönüştüren, bunu yaparken de kendini ele vermeyen karakterlerin oyunu diyebilirim... Sürekli değişim gelişim, çöküş, tekrar başlamak ve beklenmeyen…Bu yüzden alışılagelmiş oyunculuk üslubunun dışında bu oyuna has bir oyunculuk dili geliştirmemiz gerekti… Bu benim için eşsiz bir deneyimdi… Ruhuma nasıl yansıdığı sorunuzu belki süreç içinde cevaplayabilirim... Ama şimdilik şunu söyleyebilirim, duyguların sıkıştırılmış dosya gibi hem gerçek hem hızlı bir şekilde kullanılabildiğini deneyimleyince gerçekliği sorgulamam gerektiğini düşündüm... Varlığı serbest bırakıyoruz ve duygular seri hâlde gelip geçebiliyor... Hepsi de gerçek ama hepsi aynı zamanda 'an'da... Sürekliliği sana bağlı...

Otelde'nin eşsiz kadını: "tanım dışı, sınırlılık dışı, kontrol dışı..."

Olağanüstü oyunculuğunuzla bize tanıdık bir kadını anlatıyorsunuz Ebru Hanım… Bu kadını ruhumuzdan tanıyor, biliyor gibi hissediyoruz. Karakterinizi siz nasıl tanımlarsınız?

Ebru Unurtan Urağ: Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Bu kadın hayatın tekdüzeliğinden, korkunç giden evliliğinden kaçış yolları arıyor... Bir yayınevinde düzeltmen olması sebebiyle romanlar ve oyunlar içindeki birçok karakter arasında nefes alıyor... Kendi gerçeğinden ancak bu şekilde uzaklaşabiliyor. Bunu hayatın içinde, kimlik olasılıkları ya da olası kimlikler oyununa dönüştürüyor. Başlangıçta belki de sırf eğlence için başladığı bu oyunlar, başka bir gerçekliğe dönüşüyor. Aslında anlatmak istediğim şöyle bir şey, belki karakterle ilgili en önemli ipucu bu olabilir… Kadının gerçek karakteri zaman zaman oyuna, oyun içinde girdiği roller ise zaman zaman gerçeğe sızıyor...Tanıdıkmış gibi gelen, belki hepimizde olan bu oyunbazlık potansiyeli, aldatılma konusundaki hassasiyet, yaşamın içinde rolden role geçmekteki esnekliğimiz ve özellikle kadınların başvurduğu, gerçeği öğrenmek adına âdeta bir dedektif gibi sorgulama yöntemi olabilir. Hele ki alkol varsa, iş çığırından çıkar genel olarak… Bu kadın kontrol dışı, sınırlılık dışı, tanım dışı… Onu anlatmak pek kolay değil.

Okan Bey tiyatroya yeniden başlayarak hem benzersiz projeler ürettiniz. Hem de kıymetli işlerin görünür kılınmasını ve tiyatronun toplumumuzda daha anlaşılır hâle gelmesini sağladınız. Yapmak istediğiniz başka neler var? Bizi hangi projeler bekliyor?

Okan Bayülgen: Amadeus sayesinde aslında. Şu anda masanın üzerinde birkaç iş daha var. Richard'la başladık. Fantastik ama tarihî kişilik Drakula'yla devam edip ardından Napolyon ve Josephine'i hem yazıp hem oynamak istiyoruz. Bir başka ressamla, resimle ilgili projemiz var, resmin yapılış hikâyesini anlatmak istiyoruz. Daha küçük bir oyun çalışmamız var. Şu anda tek derdim, yaşın ve zamanın bunun için yeterli olabilmesi…

title